Bir yanda savaştan, yoksulluktan, Taliban’ın yarattığı kâbus ve baskıdan kaçıp ülkemize sığınanlar, diğer yanda onların yarattığı ve yaratacağı sorunlar karşısında suskunluğunu koruyan yetkililer! O halde şimdi soru zamanıdır? Biz sığınmacı kampı, toplama havuzu, göçmen deposu, kaçak göçmen barınağı, mülteci cenneti, Avrupa’ya kapağı atmak isteyenlerin ara durağı, AB’nin mülteci bekçisi, yoksa yolgeçen hanı mıyız? Bu sorular izaha muhtaçtır.
Ortam gergin mi gergin!
Yaratılan iklim, hazırlanan ortam, ekonomik dinamikler çaresiz, bıkkın, yılgın bir toplum yarattı. Sırtımızdaki yük 5.5 milyonken ve biz onlara bazı kaynaklara göre 45, bazı kaynaklara göre 80 milyar dolar harcamışken İran üzerinden akın akın ülkemize giriş yapan sadece Afganlar değil. Her milletten kalabalık barındırıyoruz! Afrikalı, Pakistanlı, İranlı, Suriyeli, Cezayirli, Faslı, Ürdünlü, Arap, Bangladeşli ne istersen var ülkemizde! Başta Hatay Gaziantep, Adana ve Mersin’i mesken tutanların yarattığı güvenlik sorunu neden görülmüyor? Bu soru da cevap bekliyor…
Kimine göre ekonomiyi ve bazı şehirlerde de sanayiyi Suriyeliler ayakta tutuyormuş! Kimine göre onlar giderse bu ülke ekonomisi çökermiş. 20 bine yakın Suriyeli şirket kurulduğunu, onların sadece kendi vatandaşlarını çalıştırdıklarını unutuyor muyuz? Avusturya Başbakanı Kurz; “Ülkelerinden kaçan mültecilerin Avrupa birliğine gelmesi doğru değil. Onlar için en güvenli bölge olarak Türkiye’yi görüyorum oraya sığınsınlar” diyebiliyor! Almanya Başbakanı Merkel; “Türkiye mülteciler konusunda olağanüstü başarılı bir ülke” şeklinde açıklama yapabiliyor. Biz susuyoruz!
Bazı kaynaklara göre ülkemizde 8 milyon mülteci var, bu 10 kişiden birinin mülteci olması demektir. Yunanistan ya da ve İsveç’in nüfusu kadar olan bu göçmen seli için bizi yönetenler ne düşünüyorlar? Niçin geldiniz? Nereye gideceksiniz? Nasıl geçineceksiniz? Nerede kalacaksınız? Ne yapacaksınız? Ne kadar kalacaksınız? Diye soran yok! Bunu ne ekonomik, ne de sosyal doku olarak kaldıramayız. Bayramda ülkelerine gitmek, evlenip dönmek nasıl açıklanır? İran’ın izni ve onayıyla sınırımıza getirilip bırakılan, sokaklarda bölükler halinde yürüyen, sahillerde yorgan döşek sere serpe yatan yeni konukların barınması, beslenmesi, geçimi nasıl sağlanacak? Ülkeyi yönetenler ne düşünüyor?
Tozu dumana katarak ilerleyen sığınmacılar için, güzel ülkemizin imajına gölge düşüren, yüreğimizi ağzına getirenler için alınacak kararları ve yapılacak ayağı yere basan açıklamaları kalp çarpıntıları içinde bekliyoruz. Mahalleler, köyler, sahiller, işgal altında sanki! Bu nasıl bir yok sayma, görmezden gelme, önemsememe halidir?
Bu bölümü hızlı ve kısa geçerek, uzatmadan sonuca gelirsek! Tarih derslere dolu da ders çıkarana diyerek, itirazımızı yapalım, zemini yoklamak adına sorularımızı soralım, olmayan uykularımızı da kaçıranlar için alınacak önlemleri ve yaptırımları merak edelim, bağışlanamaz suçların ülkemizi felakete sürüklediğini unutmayalım. Sadece ormanlarımızın yanmadığını, ekmeğimizin, aşımızın, emeğimizin, tarım alanlarımızın, geleceğimizin, yarınlarımızın da yandığı bugünlerde; Bir yanda yangınlar, diğer yanda Afgan politikası, ağıt yakılacak ülkeye döndük, biz bu tabloyu hak etmiyoruz diyerek noktayı Cahit Sıtkı’nın dizeleriyle koyalım:
“Memleket isterim./ Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun. / Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun./
Memleket isterim/ Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun./ Kardeş kavgasına bir nihayet olsun./
Memleket isterim/ Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun/ Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim. Yaşamak sevmek gibi gönülden olsun/ Olursa bir şikâyet ölümden olsun!”
Daha ne desin şair?