Erbakan’ın hayal ettiği, Erdoğan’ın hayata geçirdiği ve zaten açık olan Ayasofya’nın manidar bir zamanlama ile Lozan’ın 97.yılına denk gelen 24 Temmuz’da ibadete yine ve yeniden açılmasını büyük törenlerle idrak ettik. 21 bin polisin görev yaptığı, virüs nedeniyle alınan tedbirlerini tamamen unutulduğu, özel halıların özel firmalarca kısa sürede dokunduğu, fesli, sarıklı, takkeli, yeniçeri kılıklı ve Abdülhamid giysili gösteriler arasında CB’nın dantel takkesiyle kuran okuyup, DİB’in kılıç elde hutbe verdiği şaşaalı bir tören izledik…
Şahsen ben beğendim! Gençlerinin işsizlik sorunu olmayan, erkeklerinin; “Ant içtim seni bitireceğim, yüzüne kezzap dökeceğim” demediği, kadınlarının öldürülmediği, dış politikası tıkır tıkır işleyen, yargısı sorunsuz, eğitimi mükemmel, sağlık sistemi dört dörtlük, ekonomik krizle tanışmayan, yoksulluk nedir tanımayan, demokrasisi göz kamaştıran, emeklisi inim inim inlemeyen, barosu yeniden düzenlenmeyen bir ülkede Ayasofya’yı açmayıp da ne yapacaktık?
Gençlerimizin gelecek kaygısı yoksa, kadınlarımızın yaşam güvencesi tamsa, ataerkil beklentiler yerini çağdaş, uygar kurallara bırakmışsa, başımızda söze “ama, fakat, lakin” diye başlayan tek bir yönetici bulunmuyorsa, ülkenin büyükleri halk üzülüp yorulmasın diye, her şeyi inceden inceye hesap eden, bölen, çıkaran, çarpan, toplayan ve sonra halkının önüne koyan kişilerden oluşuyorsa Ayasofya tabii ki açılır.
Libya, Yunanistan, Suriye başta olmak üzere bölge her an patlamaya hazır saatli bomba gibi değilse; Liyakatin yerini sadakatin almadığı, yalan, gerçek, masal, imaj, algının birbirine karışmadığı, ülkenin borcu en çok artan üç ülkeden biri olmadığı, sokakların ıssız, dükkânların kapalı, ihracatta kayıp oranının yüzde 40’a ulaşmadığı bir memleket! Tabii ki yıllardan beri ezan okunup namaz kılınan ve ibadete açık olan Ayasofya’yı yeniden ibadete açar…
Elbette ki salgın nedeniyle oluşan koşullarda; müthiş bir zamanlamayla Anıtkabir’in ilaçlanması, tabana işaret amacıyla sembollerle siyaset yapma fikri, gündemi değiştirip ilgiyi başka yöne çekme, tabanı tahkim etme adına yeni bir umut sunma, yapay gündem yaratma, dış düşmanlara aman vermeme, Lozan’ı es geçip, Anıtkabir’i yasaklama normal karşılanmalıdır.
Unutmayalım ki! Tüm toplumsal ayarları mükemmel işleyen, devlet aygıtının her bir vidası, her bir cıvatası, her bir düğmesi sorunsuz çalışan, bütün kılcal damarları eksiksiz gediksiz koordinasyon içinde olan, turizm gelirlerinde yüzde 95’lik bir kayıp asla yaşamayan bir ülkeye sahibiz. Hal böyle iken Lozan’ın 97.yıldönümünde “Ayasofya-i Kebir Cami- i Şerifini” 86 yıl sonra açmayıp ne yapacaktık?
Mart ayında 21, Nisan’da 20, Mayıs ayında 21, Haziran ayında 27 kadını hunharca öldürülmediği bir ülke İstanbul Sözleşmesini tartışmayıp da ne yapacak?
Kuşkusuz ki! Ülkemizin, ne olduğunu, kim olduğunu, nerede durduğunu iyi bilen her alanda yetişmiş uzman kadroları, tarihçileri, aydınları, hukukçuları, eğitimcileri, politikacıları ödenen bedelleri fonda tutarak olup biteni seyretmek yerine, yapılanları belleğine kazıyarak, notlarını alarak, arşivine kaldırarak, ajandasına kaydederek siyasal ve bilimsel bagajını doldurmuştur.
Şüphesiz ki! Kapsamlı olarak, ayrıntılara dalarak ısrarla, inatla ve sıklıkla; “Her şey benden sorulur, her şeye ben karar veririm, ben devletim, ben güçlüyüm” şeklinde altı çizilen ve göze sokulanlar vardır. Konu kapsamlı ve derin olduğundan iç çekip durmanın önemi de yoktur. Nasılsa mutlu olmak fiili ülkeyi terk edeli çok olmuştur…
Özetin özeti mi? Başlığa bakın! Takdir sizin!