Öncelikle “Yeni bir format geliştirdim!” başlıklı yazıma gelen “bir an önce başlayın, dört gözle bekliyoruz, ne zaman başlayacaksınız? Geç bile kaldınız!” gibi “yaz dedirten!”, yüreklendirici iletilere teşekkür ediyor, sözümde durarak ilk bölümü bugün sizlerle paylaşıyorum.
Oldum olası kadınların yaratıcılığına, direncine, onuruna, insan, doğa, hayvan sevgisine merhametine, adalet duygusuna şefkatine, özverisine, pes etmeyen duruşuna, dokunaklı bakışlarına, 12’den vuran sözlerine hayranım...
Önce karnında, sonra kucağında, ömür boyu yüreğinde taşıyan annelerin, vicdanı anne olan, ruhu anne olan, anne yüreğiyle sarıp sarmalayanların, yürekte iz, gönülde söz, ardında köz bırakan kadınların özverisine hayranım…
Hayatın her anını duyan, düşünen, ölçüp biçen kadınların, birbirinin yarasını saran, birbirinin elini tutan, örselenen hayatlarını başarı öyküleriyle taçlandıran kadınlara hayranım…
Ezber edilmiş, yerleşmiş geleneksel hale gelmiş kalıplardan yola çıksa da tüm bunları ayağı yere basan projelerle yok eden, hemcinslerine ilham kaynağı olan, rol model olan, toplumda karşılık bulmasa da, kabul görmese de yolundan dönmeyerek direnen kadınlara hayranım...
Çocukluğunda yaşadığı sert ve travmatik hikâyelere rağmen dayanıklı olan, mücadeleci olan, bu zorlayan geçmişten ders çıkaran, yerel dinamiklerin, mahalle baskısının, aile meclisinin kaldırılamaz ağırlıktaki yüklerini tek başına sırtlanan kadınlara hayranım...
Eril dille mücadele eden, genetik ezberleri bozan, ataerkil miraslara karşı çıkan, hemcinslerinin elinden tutan, onlara yol gösteren lider karakterli, öncü kimlikli, girişken kadınlara hayranım…
Parası, işi, evi olmasa da hayalleri olan, geçmişi olmasa da geleceği kurma hedefleri olan, yaşadıklarıyla mücadele ederken, ekmeğini ve emeğini bölüşen kadınlara hayranım…
“Kadın kadının kurdudur” sözünü, “kadın kadının yurdudur” şekline dönüştüren, aynı anda hem anne, hem eş, hem hala, hem teyze, hem nine, hem kardeş, hem işveren olan, ailenin bütünlüğüne, ailenin büyüklerine sahip çıkan kadınlara hayranım…
Bazen ne coğrafya, ne yazgı, ne de sınır tanıyan, kaderi de kederi de ortak olan, büyük bir kararlılıkla, var güçleriyle çalışarak ayakta kalma mücadelesi veren kadınlara hayranım…
Kitaplarıma, yazılarıma, konuşmalarıma konu ve konuk olmaları için yurt içi - yurt dışı saha çalışmalarım sırasında çektiklerini ve verdikleri mücadeleyi anlatırken ağlayan, dinleyip not alırken ağladığım kadınların hırsına hayranım…
Satırlarla doğranan, çatılardan atılan, yüzleri gözleri patlatılan, boğulma ve intihar süsü verilen, kezzapla yakılan, traktörle ezilen, tandıra gömülen, gözdağıyla hayatı karartılan kadınlara gelince! İşte orada kadere değil, eril düşünceye ve erkek egemen bakışı esas alan yasalara tepkiliyim…
Bu genel girişten sonra ülkemizdeki Gürcistan’dayız!
Gürcistanlı Katy diyor ki: “Hayatım vedalarla geçti. Önce buralarda ekmek kazanmak için ülkeme, geçmişime, hatıralarıma, anneme, babama, oğluma, evime, toprağıma veda ettim. Daha sonra bensiz büyüyen torunlarıma, şimdi de burada kendimizi büyük bir aile gibi görüp birbirimize sarıldığımız ancak başka ülkelere giden dostlarıma veda ediyorum.”
Gürcistanlı Nani diyor ki: “Biz gurbette ekmek parası kazanmak için, sevdiklerinden uzak kalanlar için içimizden biri, hepimizin duygularını dile getirerek bir şarkı söylüyor ve diyor ki; “Benim için toprağımın çiçeklerini sakla, benim için evimizin çatısına yağan yağmur damlalarını sakla. Benim için ülkemi ısıtan güneşin sıcaklığını sakla, içimizi açan baharı sakla, bana duyduğun sevgiyi ve özlemi sakla! Benim size bıraktığım anılarımı sakla. Para kazanıyorum ama nefes alamıyorum, mutsuzum. Gelmek için gün sayıyorum, mutlaka geleceğim ama genç olmayacağım. Çünkü ben sevdiklerim olmadan, memleketim olmadan nefes alamıyorum. Çünkü 20 yıl sonra ülkeme geri döndüğümde ben artık, yabancı bir yaşlı gibi geleceğim, evimin kapısını çaldığımda saçlarım bembeyaz, gözlerim yaşlı olacak. Buluşma ve kavuşma günü içini nefes almaya çalışıyorum.” Ben yıllardır çalıştığım Türkiye’den ayrılıp daha çok para kazanacağım İtalya’ya gidiyorum. Bu şarkı hepimizin ortak düşüncelerini yansıttığı için günde kaç kez dinlediğimi bilmiyorum, bundan sonra kaç kez dinleyeceğimi de!”
Tiflisli Maya diyor ki; “Annem ve babam akademisyendi. Annem Fransızca profesörü, babam fizik profesörü olarak devlet üniversitelerinde görev yaptılar. İkiz kardeşim Nino ve beni yıllarca Rus dadılar büyüttü. Evimizin duvarlarını Ayvazovski tabloları süsler,. Evimizde iki piyano vardı, dadımız bize piyanoda Rahmaninov çalardı. Dolayısıyla piyano, spor, müzik, okuma alışkanlığı, sergi, müze, konser, seyahat, yabancı dil hayatımıza çok erken girdi. Kardeşim baba mesleğini seçti, şu anda ülkemizde fizik profesörü olarak görev yapıyor. Ben üniversitede tarih eğitimi aldım, yıllarca ülkemde öğretmenlik yaptım, Moskova Spartak takımında basket oynadım. 6-7 yaşlarında iken annem beni ve kardeşimi üniversitedeki konferanslara götürürdü. Tolstoy, Turgenyev, Dostoyevski, Gogol, Çehov, Puşkin çocukluk ve gençlik yıllarımdan beri elimden düşürmediğim yazarlar oldu. Hamlet’i ezbere biliyordum. Maaşlar az olunca hasta olan anne ve babama destek için ülkemden ayrıldım. Onlara ilaç parası yetiştirmek için evlere temizliğe gittim. Ben burada iken ikisini de kaybettim. Babamın ölümüyle duvarım yıkılmıştı, annemin ölümüyle içimde açılan boşluk ve yara hala çok taze. Ülkemden ve sevdiklerimden ayrı kalarak cehennemi yaşadım, cenneti garanti ettim mi bilmiyorum! Derken kader önüme Özkan’ı çıkardı. 5 yıllık evliyiz o benim mucizemdi. Çok sıcak, çocuksu ve iyi bir insan, beni ve acılarımı sarıp sarmalamasaydı, bu acılardan kolay sıyrılamazdım. Şu anda eşimin ailesiyle birlikte oturuyorum, onları tek bir gün kırmadım, Özkan olmasaydı katlanamazdım.”
3 hayat, 3 kadın, 3 hikâye burada bitti.
Geleyim bu 3 hikâyenin dinlerken de, yazarken de beni en çok etkileyen, daha doğrusu ağlatan yanına. Katy’nin vedasına mı ağladım? Nani’nin şarkısında mı duygulandım? Maya’nın geçmişine mi hüzünlendim? Galiba hepsine…
Y.N: Bu yazı dizisine başlarken sizleri farklı ülkelerin kaderi ve kederi aynı olan kadınlarının adreslerinde dolaştıracağımı söylemiştim. Ben sözümde durdum, belli aralıklarla da duracağım. Meydan bu kadar boş kalmışken, günlerimiz solup giderken aslında bir özlem ve temenni yazısı yazmak istemiştim ama örnekler ve gerçekler buna izin vermedi! En çok ona yanıyor insan!