Hiçbir konuda sorumluluk üstlenmeyen, yapılan ve yaptıkları hiçbir hatayı kabullenmeyen, her şeyi en iyi yaptığına inanan, doğru olan her şey sadece onlardan sorulan ve her sorunu üstünkörü geçiştirmeye çalışıp bunda da bayağı başarılı olan bir anlayışla yönetilince! İnsan alışıyor doğrusu…
Her şeyi bilen ve gören iktidar; “Dolar molar, kur mur, bu da geçer, onların doları varsa bizim Allah’ımız, derecelendirme kuruluşları şöyle demiş, böyle söylemiş, bırakın o sahtekârları” gibi alaycı, küçümseyen, hafife alan sözlerle ortamı yumuşatınca! İnsan şaşırmıyor doğrusu…
Aslında bu ve benzeri sorunlara alıştık da; Yanıtların yıllardır havada asılı kalmasına, ilgili kurum ve kuruluşlardan ses çıkmamasına, sorulan hiçbir soruya tatmin edici bir cevap alınmamasına bi türlü alışamadık doğrusu…
Şimdi küçücük, önemsiz, sıradan(!) birkaç örnek verme ve alışamadıklarımıza göz atma zamanıdır!
Göz göze gelmemek için arkasını dönüp duvara doğru ağlayan işsiz gençlerimiz var. Tencereye et yerine dert koyan kadınlarımız var. Cebinde parası olmadığı için evine çocukları yattıktan sonra usulca giren babalarımız var. Bunalıma girerek intiharı seçen nice insanımız, işsiz kaldığı için önce üç çocuğunu, sonra karısını katleden ve aynı silahla kendi canına kıyan Mersinli babalarımız var.
Aynı gemide olduğumuzu söyleyenlerle aynı mutfakta olmadığımızın kanıtı olan çok renkli, çok pahalı, adı çok zor söylenen ve akılda asla kalmayan saray ikramlarımız var.( Misal Ejder meyveli smoothie, efuli, aloveralı staney) ne demekse….
Milletin evindeki 650 metrekarelik mutfakta pişip millete ikram edilse de, yangın yerine dönen 3 metrekarelik mutfaklarda kaynamayan ocaklar, pişmeyen aşlar, sönüp giden hayatlar var…
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Yeni Adli Yıl Törenine adalet mensuplarının saraya belediye otobüsleriyle taşındığı ekonomik bir ulaşım şeklimiz var…
Üniversite kontenjanlarının boş kaldığı, cezaevlerinin dolup taştığı, 8 kişilik iş için 1458 başvuru yapıldığı ülkemizde; 70 bin öğrencinin mapus damlarında çile çektiği, cezaevleri kapasitesinin 35 bin aşıldığı bir “doluluk ve boşluk” oranımız var…
Şarbondan kuduza alarm üstüne alarm verilen, etlerin buzdolaplarıyla toprağa gömüldüğü ancak hiç kimseye hesap sorulmadığı adil bir yargı sistemimiz var.
Yazmadığı bölümü kazanan öğrencilerin olduğu ÖSYM başarımız, 83 kişilik kadro için 4 bin kişinin başvurduğu mini bir işsizler ordumuz, günde 1 dolarla yaşamaya çalışan 14 milyon insanımızın ayakta kalmak için denediği ilginç rekorlarımız var…
“Damadını bakan yaptın bana ne, bana ne, benim neyim eksik ondan?” dercesine hiçbir resmi sıfatı olmamasına rağmen babasıyla birlikte gezilere katılan oğulların resmi görüşmelerde masada yer aldığı ilginç bir hükümet yapımız var…
Şimdi masal gibi gelen ve halkın et ihtiyacının kendi yerli üretim hayvanıyla karşıladığı yıllarda ülkemizde 5 veteriner fakültesi varken, bugün 29 veteriner fakültemiz ve işsiz veterinerlerden oluşan ciddi bir sayımız var…
Bu arada şarbondan hastaneler dolup taşarken, kuduz için bazı bölgeler karantinaya alınırken; veteriner teşkilatlarının yok edildiği, bağımsız denetim mekanizmalarının kaldırıldığı, mezbahaların ruhsatsız olduğu, kalitesiz et ithalatının arttığı ülkemizde halk sağlığını hiçe sayan bir bakış açımız var…
Damat bakanın; “Enflasyonla topyekûn mücadele etmek gerekir!” buyruğunun topyekûn bölümünün sarayı kapsayıp kapsamadığı, saray mensupların ilgilendirip ilgilendirmeği gibi masum sorularımız var…
Sarayda susamlı levrek simidi ikram edilirken, Tarım Bakanı’nın halka; “Et yemeğe devam edebilirsiniz” dediği güven veren sağlıklı bir iletişim ağımız var.
Elektrik zammının yüzde 44, enflasyonunun yüzde 30, sarayın spesiyal içeceği olan “Chia tohumu eşliğinde Smoothieli ejder meyveli içeceğin bir bardağının 120 lira olduğu yerli ve milli bir duruşumuz var…
Resmi rakamların açıkladığı enflasyon rakamlarıyla piyasaya yansıyan enflasyon oranları arasında uçurumlar var…
Yoksulluk sınırının altındaki 25 milyon insanımız yaşam mücadelesi verirken, Kırgızistan’a 30 milyon harcayarak hediye ettiğimiz ve itibardan tasarruf etmeden şanımızı yürüten cami hediyemiz var…
Şimdi merakımı gidermek için can alıcı bir soru sormak isterim;
Aynı gemide olduğumuzu söyleyenlerle, aynı mutfakta olmadığımız kesin! Bu durumda yukarıya sıraladığımız örnekleri nereye koyalım? Ya da nasıl görmezden gelelim? Bahaneye bakan gözpınarlarını nasıl saklayalım? Bu sorular ve sorunları paylaşırken yalnız olmadığımızı, bunları dile getirmenin boynumuzun borcu olduğunu nasıl unutalım?
Katılırsınız, katılmazsınız ama her arz kendi talebini yaratır...