Sorunun cevabını yazının sonuna bırakmadan baştan verip diyelim ki; Bu ancak bilinç sıçramasıyla mümkündür. Aksi hüsrandır…
Anlaştık sanırım! O halde başlığıma sanatı da ilave edeyim. Çünkü sanatsız olmaz. Çünkü sanat umuttur. Sanat nefestir. Sanat evrensel dildir. Hele de nitelikli, köklü, geleneksel olanı ömür boyu umuttur. Bu durumda aydına düşen bir başka görev de sanatı yaşatmak ve yaymaktır. Bu havalı giriş ve başlıktan sonra yaşamımızdan sanat, müzik, tiyatro hiç eksik olmasın diyelim, iç acıtan, göz açan ve ülke gündemini belirleyen örneklere geçelim…
Bu zorlu süreçte; Bekleyerek, tahammül ederek, her zaman olmasa bile umudu koruyarak sınırları zorluyor muyuz? Evet…
Önümüze çıkan bu küresel sorunun talihle, kaderle, kısmetle, yazgıyla ne ilgisi var diyerek; Bugünlerde karşımıza çıkan “gelmiş geçmiş en önemli icat nedir?” sorusuna “Aşikâr aşı” diyerek noktayı koyuyor muyuz? Evet…
Aşıyı korkuya karşı bilimin ve umudun zaferi, virüse karşı bizi kurtaracak kalkan ve koruma ordusu olarak görüyor, hele de kurumlara, şirketlere, liderlere duyulan güvenin yerle bir olduğu günümüzde bilimden başka dayanacak ne kaldı diye soruyor muyuz? Kesinlikle…
83 yıl önce Çin’e aşı gönderen Atatürk Türkiye’si olarak, 83 yıl sonra Çin’den aşı bekleyen yeni Türkiye’den “onlarca çeşit aşı üreten Refik saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü neden kapatıldı?” diye sorulacak mı? Sorulmalı…
Bu arada sorulan sorulara cevap alınıyor mu? Hayır! Manşetleri dolduran bunca yolsuzluk haberine ilişkin yüksek tepelerden tek bir açıklama geliyor mu? Pardon!
Söyleseydi, söyleyebilseydi, söylemeyi aklından geçirseydi diye bekleyerek günleri boşa harcıyor muyuz? Maalesef...
İnsan yaşamına, en büyük değer olan emeğe bir damlacık dahi saygı duyulması beklenmez mi? Bu değerler bazıları için geçersizdir.
İddialı havasıyla dünyaya ders veren, “en büyük benim, başka büyük yok!” savıyla dünyayı nizama sokan ABD’de de bile; hırslı, hırçın, hınç dolu bir politika izlemenin nelere yol açtığını, her şeye nağmen nelerin olmadığını gördük mü? Canlı canlı…
Bunun adına “etme bulma dünyası” veya “alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste" ya da “ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de tartar” desek mi. Diyelim. Bu tür hesaplı kitaplı kalkışmaların; sosyal, toplumsal, siyasal, sınıfsal, kurumsal, kültürel fay hatlarını daha da derinleştirdiğini biliyor muyuz? Deneyimlerle sabit!
Bu tür çıkışların iddialı kimliği zedelediğini, kurumsal kimliğe zarar verdiğini, kişisel angajmanların bazen hiç bir işe yaramadığını gördük mü? Görünen köy…
Kültür, sanat, cumhuriyet, demokrasi, kadın hakları, insan hakları, hayvan hakları bazı ülkelerin yöneticilerini niye ilgilendirmez? Kısa keseceğim!
Kamu diplomasisi aktörleri olan sanatçılar, yazarlar, sporcular, bilim, kültür ve iş insanları bazı ülke yöneticilerinin umurunda niye olmaz? İşte orası sıkıntılı!
Etkili ve egemen olmayan bir dış politikayla, ilkesel olmayan ve etik değerlerle bağdaşmayan bir iç politikayla, “hamili kart yakınımdır” ibaresiyle, olmayan diplomalara dağıtılan en yüksek perdeden makamlarla, kariyer mucizeleriyle merdivenleri koşarak çıkanlara açılan yollarla nereye kadar? Bunun adının çöküş, çözülme, çürüme olduğunu pek çok örnekle gördük, görüyoruz…
Ama bir şey var ki onu hiç atlamıyor, unutamıyoruz! Yaptığımız her yanlışta bizi uyaran ve adına vicdan denen içimizdeki pusula ve o yüce mahkeme! Yine olup biten karşısında dip duygularla üzülen ve “vicdan yükü ağırdır, günün birinde ortaya çıkar” diyen milyonlar…
Özetin özeti: Yazılanlara itirazı olan ya da sorusu olan var mı? Yok. O halde ve kısaca; “Yazık oldu yarınlara/ Avunurum anılarla” sözü büyük ölçüde kabul görmüştür…