Dün (5 Ocak) yine Silivri yollarındaydık. Çağdaş Hukukçular Derneği ve Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının yargılandığı dava için.
Örgüt üyeliğiyle suçlanan avukatlar 8 yılı aşkın süredir ‘yargılanıyor’, tutuklulukları ise 6 yıla ulaştı. Skandal ve hukuksuzluklarla dolu dava sürecinde birçok heyet, savcı değişti. Avukatlar bir ara oybirliğiyle tahliye edildi. Tahliye kararı veren heyet, 10 saat sonra yeniden tutuklama kararı verdi. Davada karar çıktı ve avukatlar uydurma delil ve gizli tanık ifadeleriyle ağır hapis cezalarına çarptırıldı.
Bu arada yargılanan avukatlardan Ebru Timtik, adil yargılanma hakkının da içinde olduğu talepleri için başlattığı ölüm orucunda hayatını kaybetti. Yargıtay davanın bir kısmını bozdu. İşte dün Silivri Cezaevi’nin karşısında bulunan mahkeme salonunda bu duruşma vardı.
İstanbul’un merkezine kilometrelerce uzaklıktaki bu cezaevi açıldığı günden bu yana buraya konulanların yakınları, avukatları ve dostları, gazeteciler için de bir çile merkezi oldu. Kalabalık siyasi davalar için hapishanelerin tam karşısına kurulan duruşma salonlarına dava izlemek için gitmek, ya da hapishaneye ziyaretçi olarak gitmek mesafe ve İstanbul trafiği düşünüldüğünde büyük bir eziyet. Toplu ulaşımla gitmek saatler alır. Eğer özel aracınız yoksa bundan başka çareniz yok.
Ama böyle önemli davalarda hemen dayanışma devreye giriyor. Aracı olanlar yanına birilerini alıyor, asıl önemlisi çeşitli STK’lar ya da kuruluşlar araç temin ediyor. Dün sabah 07.00’de Taksim Meydanı’ndaydık. İstanbul Barosu’nun aracıyla gittik Silivri’ye. Önce büyük bir otobüs geldi. Avrupa ülkelerinden duruşmayı izlemek için gelen 26 avukatı ve onlara eşlik edenleri götürdü Silivri’ye. Ardından gelen bir başka araçla biz gittik. İstanbul’un başka noktalarından da araçlar kalktı.
Duruşma salonunun olduğu alana girerken herkesin kimliği tek tek inceleniyor, bu da uzun kuyrukların oluşmasına neden oluyor. Ama esas sıkıntı duruşma salonuna girişte yaşanıyor. Ufacık bir alanda bekleyen onlarca kişi jandarmaya kimliğini, cep telefonunu teslim ediyor, karşılığında bir kart alıyor. Tabii 26 yabancı avukatın olması bu işlemi uzatıyor. Uzattıkları kartın avukat kimliği olup olmadığını anlamaya çalışıyor görevliler. Ardından bir arama noktasından geçiyorsunuz. Üzerinizde bir demir para bile unuttuysanız dedektör uyarıyor.
Tüm bu prosedürleri tamamladıktan sonra duruşma salonunun önündeki koridorda, baro odasında, ya da üst katta yer alan kafetaryada bekleyiş başladı. Duruşma salonuna girince bu tür davaların neredeyse hepsinde olduğu gibi kimin nerede oturacağına ilişkin tartışma başladı, ama bu kez çok uzamadı. Bu tartışmaların nedeni neredeyse her duruşmada ayrı bir uygulamanın olması.
100’e yakın avukat savunma sıralarını tamamen doldurdu. Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na yeni seçilen Erinç Sağkan’ın yanı sıra, İstanbul, İzmir, Adana gibi birçok baronun başkanı, İHD Başkanı da savunma avukatları arasındaydı. CHP’den iki, HDP’den dört milletvekili de duruşmayı baştan sona izledi. Mesleğimiz açısından utanç verici bir durum şuydu: Duruşmayı izleyen gazetecilerin sayısı 10 bile değildi.
Duruşma salonu bir basketbol sahası gibi. Bir tarafta mahkeme heyeti. Bir taraf avukatlara, bir taraf davayı izleyen milletvekilleri, yabancı heyetlere ayrılmış durumda. Gazeteciler de burada oturuyor. Heyetin tam karşısındaki uzak noktada ise sanık yakınları ve izleyiciler yer alıyor. Orta alan ise sanıkların. Burada futbol sahalarında oyuncuların çıktığı tüneller gibi bir merdiven var. Farkı kenarda değil salonun tam ortasında olması. Mahkeme salonu değil arena tasarlamışlar sanki.
Bu tünelden önce Selçuk Kozağaçlı’nın sesi geliyor, “Devrimci avukatlar teslim alınamaz”, “Ebru Timtik ölümsüzdür” sloganları atan Selçuk Kozağaçlı avukatların alkışlarıyla salona alındı. Ellerindeki kelepçeler çözülürken, aynı sloganları Barkın Timtik’in sesinden duyduk. Ölüm orucunda yaşamını yitiren Avukat Ebru Timtik’in kardeşi Barkın, ablası için slogan atıyordu ve 5 gündür açlık grevindeydi.
Duruşmayı açan mahkeme başkanı Ali İhsan Horasan, davada hep söz edilen ancak bir türlü bulunamayan “Hollanda/Belçika belgeleri” diye bilinen dijital materyallerin dava dosyasına girdiğini söyledi. Dijital materyalleri, incelenmesi için Adli Tıp Kurumu’na gönderdiğini söyleyen hakim, üç gün sürmesi planlanan duruşmaların daha kısa biteceğinin sinyalini verdi, talepleri istedi.
İşin ilginç yanlarından biri de bu belgelerin FETÖ hükümlüsü Emniyet İstihbarat Daire eski Başkanı Ramazan Akyürek imzalı olması. Akyürek, Hrant Dink davasında yargılandı ve “tasarlayarak adam öldürme”nin yanı sıra “resmi belgeyi yok etmek, resmi belgede tahrifat” suçlarından ceza aldı.
Tuhaflıklar bitmiyor. O davada Akyürek’i yargılayan hakimlerden Ali İhsan Horasan şimdi Akyürek’in delilleriyle Kozağaçlı ve arkadaşlarını yargılıyor.
Mazlumların, yoksulların, ezilenlerin yanında yer alan, gönüllü avukatlık yapan Selçuk Kozağaçlı geldi kürsüye. Hani Soma katliamı olduğunda iktidarın yanında olanlar işçileri tekmelerken, oraya ilk koşanlardan olan Selçuk Kozağaçlı. İşçileri savunduğu için güvenlik güçleri tarafından kolu kırılan avukat.
Hakkında soruşturma açıldığında yurtdışındaydı, tutuklanacağını bile bile ülkeye geldi ve tutuklandı. Tahliye edilip 10 saat sonra yeniden tutuklanma kararı çıktığında adliyeye gidip hakimin karşısına çıktı ve tekrar tutuklandı. 6 yıldır tutuklu, tüm öfkesine rağmen sakin ve tane tane anlatmaya başladı. Ama sözünü de sakınmıyordu.
2013’te iddianameyi yazan savcı Adem Özcan, Gülen Cemaatiyle ilişkileri nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi ve halen firari. Geçtiğimiz hafta mal varlığı donduruldu. Avukat Kozağaçlı, kumpas davalarıyla bilinen eski savcının iddianamesinin aynen kopyalanarak mütalaa haline getirildiğini söyledi. “Aslında bu iddianame Adem Özcan’ın bir eseri sayılır. Mal varlığı dondurulduğuna göre bu iddianame de Varlık Fonu’na gönderilmelidir” sözleri salonda gülüşmelere yol açtı.
Savcının 13 tanığı nasıl mahkemeden sakladığını yasalardan örnekler vererek açıkladı. Bu tanıkların mahkemeye getirilmesini istedi ve “Dünyada kendi aleyhine delil toplamaya çalışan başka sanık var mıdır?” diye sordu.
Gizli tanıkların gerçek olmadığını ileri süren Kozağaçlı, ifadelerdeki tutarsızlıklara da dikkat çekti. Örneğin bir savcı tanığı ifadesinde Avukat Oya Arslan’ın 2001 yılında cezaevine gelerek kendilerini açlık grevine teşvik ettiğini söylemiş. Oysa o tarihte Oya Arslan avukat değil, daha lise öğrencisi.
Bu arada davada yargılanan Avukat Oya Arslan da başka bir davadan tutuklu ama mahkemede değil, ona SEGBİS’le yani video ile bağlanılıyor. Arslan yolun hemen karşısındaki hapishaneden video sistemiyle bağlanıyor mahkemeye. Muhtemelen covid önlemleri nedeniyle.
Taleplerin ardından karar için ara veriliyor. Sigara tiryakileri binanın dışına çıkıyor. Binanın tam karşısında gazeteciler röportaj yapmaya çalışıyor. Jandarma görevlileri engellemeye çalışıyor. Gerekçe Silivri Sulh Ceza Hakimliği’nin bir kararı. Ama karar bir türlü gazetecilere gösterilmiyor. Jandarmanın gazetecilerin sadece milletvekilleri ile röportaj yapmalarına izin vermeleri ise basın özgürlüğüne yeni bir boyut kattı.
Arada daha önce başka davalarda da olduğu gibi “tahliye kararı çıkabilir” umudu konuşuluyor. Tekrar salona girdiğimizde hakim lafı hiç dolandırmadan “tutukluluğun devamına karar verdik” diye kestirip atıyor. Bir sonraki duruşma 23 Mart’ta.
Selçuk Kozağaçlı ve Barkın Timtik alkışlar arasında hücrelerine dönüyor.
İşte böyle geçti dün…