Bir yanda olup biteni korkudan ya da utançtan kimselere söyleyemeyen kadınlar, diğer yanda her şeye rağmen acısını, çilesini, çektiklerini paylaşan kadınlar…
Bir yanda “ben ne dersem o, bana karşı çıkamaz, o kadındır haddini bilecek!” diyen erkeklerin her dediğini yapan kadınlar, diğer yanda “eve geç geldi, izinsiz sokağa çıktı, boşanmak istediğini söyledi, öldürdüm ama pişmanım, onu çok seviyordum!” diyen ve yasal boşluklardan, iyi halden yararlanan erkekler…
Bir yanda her zaman ve her yerde yara sarmak, yaraları kapatmak, acıları unutturmak, şifa dağıtmak ve derman olmak için hazır kuvvet nöbetçi eczane mantığıyla bekleyen kadınlar, diğer yanda yaralamaktan, onulmaz yaralar açmaktan haz alan erkekler…
Bir yanda; kadınlardan direktif, tavsiye, öneri hele hele eleştiri almayız diye böbürlenen erkeklerin el üstünde tutulduğu bir iklim, diğer yanda 2018 yılında 255 kadının, Eylül ayında 53 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü, bu nasıl bir vahşet ve hesap sormadır dedirten bir ülke…
Bir yanda isterse her işin üstesinden gelen ve onlara en çok mutfaklarda, pazarlarda, marketlerde, ev temizliğinde, ütü masasının başında, hasta yatağının dibinde rastladığımız kadınlar, her yanda yaptıkları hiç görünmeyen, değeri bilinmeyen, günün birinde sessiz sedasız çekip giden ve derdi hiç sorulmayan kadınlar...
Her yanda kalbinin ve aklının bir köşesinde babasına, annesine, kardeşlerine, eşine, sevdiğine, hele de çocuklarına ayrılmış özel ve dokunulmaz alanlar yaratan kadınlar, diğer yanda kendiyle dertleştiğinde kapıları ve sınırları zorlayan, yaşamın bazı anlarını sorgulayan, aklına takılanları irdeleyen, dışa vurmamak için çabalayan ve dalıp giden kadınlar…
Bir yanda elinde olmadan gerilere giderken, geçmişle yüzleşip kendi kendine; İyi bir anne miyim, iyi bir evlat mıyım, iyi bir kardeş miyim, iyi bir eş miyim, iyi bir arkadaş mıyım gibi sorular sormaya başlayan kadınlar…
Diğer yanda geçmişini düşünürken kendisini annesiyle kıyaslayan, kaçamaksız yanıtlar vermeye çalışan sonra derin izler bırakanları, yakasına yapışanları anımsayan, bir kalbe nelerin sığdığını- sığabileceğini hesaplayan, yalnız kalma korkusunu düşünürken anılarına ve kendi gerçeğine kitlenip kalan kadınlar…
Bir yanda karısının üç adım önünde yürüyen erkekler, diğer yanda kocasının üç adım arkasında yürüyen kadınlar!
Bu bize ne söylüyor? Kadın kendi ayakları üstünde durmayı, kafasındakileri gerçekleştirmeyi, yeri geldiğinde eyvallah demeden çekip gitmeyi bilmedikçe bu şiddet, bu yok sayma, bu görmezden gelme ve baskı artarak sürüp gider-gidecektir. Cinsiyet ayrımcılığının kadına şiddetin, aşağılamanın tavan yaptığı bu sosyolojik kırılma noktasında bu liste de uzayıp gider- gidecektir…
İyisi mi bazı sorulara yanıt beklemek, bazı şeyleri ısrarla, önemle tekrarlamak boş olsa da! Durmak yok, yola devam diyelim! Yönetimin kadın erkek eşitliğini ne zaman kabul edeceği, daha doğrusu edip etmeyeceği belli olmasa da, ola ki bir gün kabul eder düşüncesiyle yazmayı, paylaşmayı, susmamayı sürdürelim. Bu kararlılık ve ısrar bir işe yarar mı bilmeden ama umudu koruyarak! Bize yol gösterilebilir ama yalnız yürümek zorunda olduğumuzu, erkek egemen iklim, eril siyaset ne derse desin iyi halin şiddeti artırdığını unutmayarak…
Yapılması gereken nedir derseniz; yanıtım nettir. Yansız bir yönetim anlayışı, kadını yok saymayan bir görüş, cahilliğe övgüler düzmeyen bir bakış açısı, şiddet konusunda erkeği haklı görmeyen bir yargı düzeyi. Bu kadarcık! (sürecek)