Yazımın başlığını Hatay’da üzerine benzin dökerek kendini yakan 42 yaşındaki Adem Yarıcı’nın yürek paralayan son sözlerinden aldım…
Gençlerin hali vahimken, büyük çaplı iflaslar artıyorken, “yan baktın!” denilerek ekmeğiyle oynananlar çoğalıyorken, İzmir’in nüfusu kadar işsizimiz varken, bazı medyaya göre her şey güllük gülistanlıkken ocaklara ateş düşmeye devam ediyorken, Adem’ler kendini yakıyorken! Bu ülkede neden önlem alınmaz?
Halkın en büyük derdi geçimken, zamlar, faturalar, işsizlik gündemden düşmezken, çocuk tacizlerini görmezden gelen DİB; Kurslara tuğla koyana cömert bir şeklide cennette ev vaat ediyorken, anlı şanlı profesörler çocuk evliliklerin yasaklanmasının depremlere yol açtığını savunabiliyorken, ünlü profesörler ameliyat gününü öne çekmek vaadiyle rüşvet alırken! Neden bunlar söz konusu edilmez?
Kara delikler büyüdükçe; toplumsal doku bozuluyorken, ağır maliyetin faturasını yıkılan dünyalarında borç içindeki halk, işsiz gençler, aşsız mutfağındaki kadınlar ödüyorken. Neden yetkililer acil önlemler için masaya oturmaz?
Zoru başarmak için akıl, bilgi ve deneyimin şart olduğunu, hiddet, hamaset ve hakaretle diplomaside ölçü- denge ve istikrarın sağlanamayacağını neden kimse düşünmez?
Ders verdiğim yazarlık sınıfındaki öğrencilerime sordum 10 yıl sonra neredesiniz? Cevapları ürkütücü geldi paylaşmadan geçemedim. “Korku, huzursuzluk, kayıtsızlık, belirsizlik, kibir bize hayal kurdurmuyor. İşsizlik ise geleceğimizi tehdit ediyor.” Sözü sınıftan alıp sokağa taşırsam! Tam da burada sizin de aklınıza gelen soruyu sormak isterim!
Bugün ülkemizde evine ekmek götüremeyen, umutlarını yitiren, çaresiz kalan, psikolojisi bozulan Adem’lerin sayısı az mıdır? Bu acı gerçek Türkiye’nin dramı değil midir? İşsizliğin insanları hayattan kopardığı ülkemizde anlatılmamış hikâyesi olanların sayısı kim bilir kaçtır?
Şimdi TÜİK’in açıkladığı resmi sonuçlara değil gerçek sayılara bakalım!
İş bulmaktan umudunu kesenleri saymazsak, gerçek işsiz sayısı 8 milyona dayanmış. Eğitimli 100 gençten 25’i “ev genci” olanak hayatını sürdürüyor! 17 milyona yakın yurttaş sosyal yardımlarla karnını doyurmaya çalışıyor. Açlık sınırı 2250 lira, yoksulluk sınırı 7500 lira. Asgari ücret 2324 lira. Ve yetkililere göre ülkemiz kanatlanıp uçuyor! Kargalar olup bitene kahkahalarla gülerken; Enflasyon yok gibi, halkın zam, yönetimin fiyat ayarlaması dediği şeyi abartmaya değmez, zaten çok az…
Ateşi bi türlü sönmeyen Suriye’den evlere şehit ateşi düştükçe, moraller yerle bir olup, yalnızlığımız arttıkça; cakalı ve havalı diplomatik hamlelerle; “misli ile karşılık verdik, şehitlerimizin intikamını anında aldık, sabrımızın sınırına dayandık, imha ettik, yüzlerce kişiyi etkisiz hale getirdik, kanlarını yerde bırakmadık, bedelini ağır ödeyecekler, belalarını buldular, hedefleri tahrip ettik, kimse bizi kararlı duruşumuzdan döndüremez” sözlerini duymaya devam ediyoruz…
Tüm bunlar olup biterken insan düşünmeden edemiyor. Ülkemizin kaynakları heba olurken 750 milyon dolara mal olan ve kapısına kilit vurulan Ankapark için işin mimarına, hesap soruldu mu, ya da sorulacak mı? Anlaşılması kolay, anlatılması zor da olsa! Azgın kent rantı, haksız servet iştahı, doğayı ve tarihi silip süpürme arzusu silinmeyen izler bırakmasına rağmen yapanın yanına kar kalacak mı?
Mesela MEB; Parasızlıktan okulunu yarım bırakan, eğitimden kopan, ekonomik kriz nedeniyle okuyamayan 1.2 milyon üniversiteli genç için hangi adımları attı? Tam da burada; “Üniversite sayısı çoksa, o ülkede sorun vardır!” şeklinde açıklama yapan MEB’e; Günaydın mı demeli? Geçmiş olsuna mı gitmeli? Bunu üniversite sayısını 209’a çıkarmadan önce düşünecektiniz diye mi sormalı? Bilemedim! Küçük hesaplar yapılarak büyük kayıplar umursanmayınca bize de yazma ve sorma hakkı doğuyor…