Ülkenin genel siyasi iklimine, toplumun taşıyıcı sütunları olan orta sınıfın giderek çökmesine, 10 yılda 14 kat artan kadına şiddete, eşitsizliğin geldiği yere, açlığa mahkûm edilen emekçiye, hayal kırıklığı yaratan muazzam zamlara, yüzde 47’lik ÖTV zammıyla kepenk kapatan tekel bayilerine bakınca!
Elektrikten doğalgaza, otoyollardan köprülere, ulaşımdan sigaraya, kiralardan vergilere artan fiyat düzenlemesini(!), dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip dördüncü ülke oluşumuzu, (TÜİK’e göre yüzde 36, ENAG’a göre yüzde 82.8) unutulan 10 milyon emekliyi, nakliyeciyi vuran fahiş mazot ve otoyol zamlarını, inim inim inleyen ve canından bezen dar gelirliyi görünce!
Hele de CB’nin; “Yatırım, istihdam, üretim, ihracat ve büyümede yakaladığımız başarıyla dünyanın en güçlü ülkeleri arasına girmemize az kaldı” şeklindeki açıklamasını duyunca!
Soru çok ama önceliği dar gelirliye verelim! Dar gelirlinin sorusu şu: “Bu kışı soğukta ve karanlıkta mı geçireceğiz?”
Elektriğe 4 yılda yüzde 370 zam, akaryakıta 1 yılda 46 kez zam yapılınca, konutları elektrik fiyatları çarpınca! Doğalgaza yine ve yeniden yüzde 25 zam yapılınca! Bu soru haklıdır ve sorulmalıdır.
Bazen bize düşman olan, bazen bize hayran olan, bu nedenle de kafalarımızı karıştıran dünyaya; “İyi de ey dünya! Sende bi tuhaflık, bir ayar yok mu, ne yapacağını şaşırmış mısın?” diye sormak yerindedir ve sorulmalıdır.
Yine dosta düşmana; “Haberiniz var mı? Ülkemizde kişi başına düşen borç miktarı, kişi başına düşen milli gelirin üzerine çıktı. Siz bizi kıskanmaya devam edin bakalım!” denilmelidir.
Yükselen nabız, hızlanan kalp atışları, düşmeyen ateşe gelince…
Bu ve benzeri sorularla yetinilmeyerek devam edilmeli ve şunlar sıralanmalıdır! Bir türlü kovamadığımız Covid’e ilaveten yerli ve milli streslerimiz arttı. Çaptan düşen ancak kabul etmeyen, toplumu adam yerine koymayan, laubaliliği, özensizliği, özsaygı eksikliği, yaratıcılığı yerlerde sürünen kişilerin yarattığı güven bunalımı toplumun kılcal damarlarına kadar girdi. Haberiniz var mı?
Nelerin gittiğini, yerin nelerin geldiğini biliyoruz. Elimizden alınanları yerine konulanları görüyoruz. Ekonominin hiç düşmeyen ateşinin, yoksulun yükselen nabzının farkındayız. Yöneticilerin; “gelirlerinizi artıramıyorsanız giderlerinizi kısın!” buyruğunun ayırdındayız. Çocuklar büyüdükçe hayatın yükünün hafiflemek yerine ağırlaştığının farkındayız. Haberiniz var mı?
Kültürel atmosferden geçtik, geleneksel kültürü unuttuk da! Dası şu ki; Ülkemizin bu enflasyonla dünya da 8’inci, Avrupa’da 1’inci olduğunu nasıl unutalım? Halk yoksulluğa koşarken, enflasyon 19 yılın rekorunu kırarken, bazı basının; “Fiyatlar yeniden belirlendi!” şeklindeki hafife alan manşetini nasıl görmezden gelelim? Ya da “rakamlar yalan, yoksulluk gerçek!” yazan siyah çelenkleri nasıl yok sayalım?
İstediğini yapan ve yaptıran, ağzından çıkanı uygulayan ve uygulatan, ne umduysa gerçekleştiren ve ne hayal ettiyse hayata geçiren yöneticiler yüzünden her gün biraz daha umutsuzluğa düşenleri görmezden mi gelelim?
Hafif değil bayağı sinirlenerek, kaşını kaldırıp uzun süre indirmeyerek, eliyle, bakışıyla, vücut diliyle, ses tonuyla ayar çeken, had bildirenlere ne diyelim? Gözlemekten, izlemekten dinlemekten, okumaktan, anlamaya çalışmaktan, yazmaktan, paylaşmaktan vaz mı geçelim?
Koşan, seven, sağaltan, gülerken ağlatan, ağlarken güldüren, geçmişi geleceğe taşıyan, varlığını her yerde ve ortamda hissettirenlere daha mı çok sığınalım?
Yoksa savaşı bir oyun diye sürdürenlere karşı; “Dünya zaten cehennemden öte cehennem. Sizin sonsuza dek yaşamak gibi tuhaf bir huyunuz mu var?” diyen Gülten Akın’a mı kulak verelim? Ne dersiniz?
Sorunun yanıtını belleğimin derinliklerine ve yedi kat altına insem de bulamadım da!