Bugün, birbirinden farklı mesleklerden, toplumun farklı kesimlerinden ancak en önemli ortak noktaları kentlerini korumaya çalışmak olmuş olan bir grup İstanbullu, bir hınç yüzünden yeniden mahkeme karşısında... Üstelik de daha önce 2 kez beraat etmişler.
Bu kez yine iddianameden çok tahayyülname denebilecek bir ithamlar silsilesiyle haklarında en ağır ceza isteniyor:
Ne için?
Söyleyelim: "Düşüşün başlangıcının" intikamı için.
Hani Gezi Direnişine saldıranların dillerinden düşmeyen, sürekli tekrarladıkları bir cümle vardı. Sanatçı Mehmet Ali Alabora'nın "mesele iki ağaç değil, sen daha anlamadın mı" sözlerini bambaşka mecralara çekerek, buradan bir darbe çıkarmaya çalışıyorlardı.
Oysa kastedilen o değildi.
Mesele vahşi rantizme bir darbe indirmekti. Özgürlüklerinden, evlerinden, topraklarından, derelerinden, köylerinden, mahallelerinden, okullarından edilen insanların artık dolup taşmasıydı. Fırtına’ydı, Bağbaşı’ydı, Sulukule’ydi; sokaktaki kediydi, köpekti; termiklerin zehirlediği güvercin, HES’lerin tutsak ettiği kırmızı benekli alabalıktı. Anılardan sökülüp atılmak istenen AKM’ydi, Emek’ti, İnci’ydi. Kadınlara, gençlere sallanan parmaklardı. Ve artık evinin içinde bile azarlanmaya başlayan vatandaşın “yetti ama artık” diyerek sokaklara fırlamasıydı.
Bugün, 2 davadan beraat edip 3. kez mahkum edilmek istenenlere ve Gezi Direnişine karşı duyulan hınçta ise meselenin Gezi olmadığını gayet iyi biliyoruz.
Mesele o güne değin dünyayı ve Türkiye'nin demokrat, liberal vd. kesimlerini tavlamak için takıp takıştırdıkları pulların, payetlerin TOMA'nın sularıyla akıp gitmesiydi.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın biraz da krizi yönetememe pişmanlığı ile söylediği "5 benzemezi bir araya getirdik" itirafıydı. İşte bu cümle düşüşün başlangıcının öncü göstergesi idi AKP için. Tıpkı çok bilinen bir orman masalındaki gibi: Zebra ile aslan aynı yöne kaçıyordu, çünkü ormanı yakıyordu birileri.
İktidar gücünün düşüşe geçişi o günlerde başladı. Muhalefetin bir araya gelebileceğini fark edebilmesi de...
Ama kolay olmadı bu birliktelik çeşitli etaplarda test edildi. Bir sonraki sınav 17 Haziran 2015 seçimleri idi. Gezi'de şiddete uğramış, gençlerini kaybetmiş bir toplum, sandıklara sahip çıkmak için bir kampanya başlattı. Oy ve ötesinin herkesi oylarına sahip çıkmaya çağırması ile, o güne değin seçimlerde oyunu atıp akşam TV başına geçmiş olan seçmen, 2015 seçimlerinde sandık başlarında müşahit oldu. Hatta belki de asla önünden geçmeyeceği partinin oy sayımına demokrasi adına eşlik etti. Islak tutanaklarla ilçe seçim kurullarına yığıldı. Uzun yıllardan beri AKP ilk kez sandıkta muhalefete yenilmişti. Muhalefetin birlikteliğinin ikinci zaferiydi bu.
Sonra olanlar oldu. Kanlı bir yaz ve sonbaharın ardından toplumun terörize edilmesi, sokakların yasaklanması ile yeni demokratik ittifak arayışları başladı. Bir şey yapmalıydı. Zira yeni bir Anayasa referandumu kapıda idi. Buna göre ülke ne olduğu tanımlanamayan, adı bile tam olarak konamayan garip bir Başkanlık modelini oylayacaktı. Bu kez demokratik ittifaklardan doğan "Hayır Meclisleri" tüm ülkeye yayıldı. Seçim sürerken ve sonuç Hayır'a doğru giderken YSK'nın mühürsüz oyların sayılması kararı ile büyük bir şaibeye imza attı. Referandum sonucu neredeyse başabaş denecek farkla Evet'e dönerken, tüm itirazlara verilen yanıt "Atı alan Üsküdar'ı geçti" oldu.
Her şeye rağmen muhalefetin birlikteliği ve dayanışması daha da büyümüştü.
2017'nin Haziran ayında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Adalet Yürüyüşü muhalefetin tüm kesimlerini, iktidarın zulmünden bezmişleri, herkesi peşine taktı. Ardından gelen miting ve Adalet Çalıştayı da muhalefeti bir arada tutan, dayanışma ve ortak içerik üreterek güçlendiren önemli adımlar oldu.
Bu birliktelik ve büyük heyecan 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde neredeyse zirveye çıkmıştı. CHP Adayı Muharrem İnce'nin mitingleri genç yaşlı herkesi meydanlara ve ekran başına kitliyordu. İnce, toplumun her kesimini kucaklama konusunda büyük takdir topluyor ve gittiği her yerde büyük ilgi görüyordu. Ancak bu büyük coşku sandıkta karşılığını bulamadı. Belki de buldu da sahip çıkılamadı. Şu an ne söylense boş, muhalefet açısından çok yüksek bir yerden düşüş gibi oldu. Büyük bir umutsuzluktu.
Muharrem İnce vakasının, 2019 Yerel Seçimlerinde ve özellikle de İstanbul için çok önemli bir etkisinin olduğunu düşünüyorum. Zira yıllarca seçimlerde sandık görevi alan, müşahit olan birçok tanıdığım 2018 seçimleri ile küsmüş ve yıllar sonra ilk kez görev almamayı tercih etmişti. Oy atmaya gitmemiş, ciddi oranda bir Muharrem İnce küskünü vardı. "Oy atmaya gitseler ne olacaktı ki, ne oy verdikleri parti ne de adayı o oylara sahip çıkamıyordu"
Üstelik de kamuoyunun pek tanıyıp bilmediği, bir İstanbul İlçe Belediye Başkanı aday olmuştu. Pek çok kişi, Recep Tayyip Erdoğan karşısında bu adayın çok zayıf kalacağını düşünüyordu. Tabii kimse karşısında aslında Binali Yıldırım olduğunu düşünmüyordu. İlk seçim sonuçları tıpkı eski seçimler gibi oldu bitti ile kaçırılmaya çalışılırken, Ekrem İmamoğlu bir gece boyunca sabaha kadar saat başı ekranların karşısına geçerek oylara sahip çıktığını gösterdi ve o sabah tüm Türkiye onu tanıdı.
Tekrarlanan seçimlerde Muharrem İnce küskünleri sandık başına dönmüş ve ittifaka büyük bir zafer kazandırmıştı.
İşte bugün, iktidarın seçim sistemini değiştirip, anti demokratik hale getirmesinin nedeni olan Millet İttifakı'nın kökü Gezi'den gelir. Birbiriyle aynı çatı altında olmasa da birlikte hareket eden muhalif güçlerin neleri başarabileceğinin tanığı oldu bu ülkenin siyaseti.
Bu yüzden mesele Gezi değildir. Mesele demokratik muhalefetin birlikteliğidir. Bu nedenle Gezi yargılanmaktadır. Dileriz bugün yeni bir beraatle taçlanır.
Ancak köprüden önceki bu son çıkışta üç kişiye seslenmek isterim. Bu kişiler dönemin Başbakan Vekili Bülent Arınç ve geçtiğimiz günlerde Gezi ile ilgili üstünkörü konuşan Ali Babacan ve şikayetçi olmadığını belirten Ahmet Davutoğlu'dur. O sürede kapalı kapılar ardında ne tartışmalar yaşanmıştır? Hiçbir karşı tanığın, şikayetçinin, mağdurun gelip Gezi sanıklarının yüzlerine bakarak konuşmamış olduğu bu tek kişinin davada, mağdur listesinde bulunan dönemin kabinesinin siyasetçileri, lafı gevelemek yerine, konuşmalıdır.
Çok geç kalmadan.