Amacım bu yaz sıcaklarında hele de mevsim normallerinin dışında yağan dolusürprizli sağanak yağmurda içinizi karartmak değil elbette! Kimsenin enerjisi kalmamışsa, ağızları bıçak açmıyorsa, ortama derin bir hüzün ve kabulleniş hâkimse, saray kaynaklı değişiklikler baraj kapakları açılmış gibi gümbür gümbür hayata geçiriliyorsa işe yaramasa da “yordun bizi be hayat!” diyenlere tercüman olmak gerekmez mi? Karınca kararınca, kalemimce!
Bu girişi üç nokta üzerinde temellendirerek açıklayabilirim; İlki çalışkan yazarın, araştırmacı yazarın hali bir başka oluyor, dur durak bilmiyor yazıp araştırıp duruyor gerçeği!
İkincisi; Yazı arkadaşlığı ya da kalem dostluğu dediğimiz şeyin bunu hak ettiği! Bunun için de biraz zamanı durdurmak, biraz güncele değinmek, biraz ortak bir dil yaratmak, biraz dünya ve ülke sorunlarını deşmek, biraz sanattan girip, siyasetten çıkmak gerektiği…
Üçüncüsü ise; Son yıllarda üzerimize sağanak gibi yağan olaylara şaşırdığımız var mıdır sorusuna? “Yoktur” cevabının yaygınlığı…
Efendim! Bu havalı girişten sonra sadede gelirsek; Bazen kendine bi türlü yer bulamayan, akıl sır erdiremediğimiz konular ya da olaylar önümüze çıkar ya! Tam da o hesap bizimkisi bugünlerde deyip, geniş açılı bir pencereden bakalım mı?
Bir yanda az buz değil ciddi azim ve kararlılık sahibi olmasına rağmen kıymeti harbiyesi bilinmeyen kadınlar! Bir yanda onların tarihini yazmak ve onları görünür kılmak için gereken fosforlu kalemler! Bir yanda önümüze sürülen sıradan öyküler! Bir yanda akıl sır ermeyen; “Tepem attı, kendimi kaybettim, ne yaptığımı bilmiyorum” gibi gerekçelerle çekip vuran kadın katilleri. Bu tipler bu kadar kolay cinayeti daha başka nerde işler bilmiyorum ama kadın cinayetlerinin bizde artık milli ve yerli spor haline geldiğini biliyorum...
Bir yanda; “Koştum bağırdım, yoruldum, laf yetiştirdim” diyenlerin bi türlü özeleştiri yapmaya yanaşmadığı ve hesap vermeye yanaşmadığı siyasi ortam. Diğer yanda “iyi de sonuç? İşte o kötü” diyenlerin sayıca her gün artması…
Bir yanda vatandaşın önüne konan acı reçetelere alternatif bir çözüm planı var mı sorusunun hep havada kalması. Diğer yanda; Zamanın ruhu var, toplumsal dinamikler var, yeni bir sisteme geçiş süreci var, yeni düzenlemenin parametreleri var diyenlerin inandırıcılıktan uzak gerekçeleri…
Bir yanda olayın vahametini mali manada kavrayan damat bakanın; “Piyasayla kavga etmeyeceğiz” açıklaması. Diğer yanda bu açıklama üzerine akla gelen keşke sadece piyasayla sınırlamayıp, çerçeveyi biraz genişletse temennileri…
İpucu istenirse! Örneğin genç beyinlerin ülkeden neden kaçtığı, her yıl neden 12 bine yakın gencin üniversite eğitimi için yurtdışını tercih ettiği. ( hoş kendileri de yurtdışında okudular ama sonuçta herkes bakan olamayacağına göre!) Yine gençlerimizin yurtdışında en çok tercih ettikleri eğitim alanları olan; mühendislik, mimarlık, işletme, ekonomi, pazarlama, bilgisayar, tıp, eczacılık, sanat, moda, tasarım gibi ana dalların bizde verilemiyor mu sorusu! Hele de bunca devlet ve vakıf üniversitesi açıldıktan sonra! Maliye bakanı konunun mali yanını fonda tutarak eğitim bakanına sorsa iyi olmaz mı? (damat- bakan olduğu için yanıt hemen alır da)
Bir başka iç acıtan konu ise şu; 2017 TÜİK verilerine göre ülkemizde çocuk nüfusu kabaca 23 milyona yakın. 0-18 yaş arası engelli çocuk sayımız 600 bine yakın. İşitme, konuşma, ortopedik, zihinsel, ruhsal ve duyusal engelli bu çocuk ve gençlerin yarıdan fazlası eğitim alamıyor, sağlık, ulaşım, iş, sosyal ve günlük hayata katılımda fazlasıyla sorun yaşıyor. Damat bakan yine ilgili bakana bu konudaki acil eylem planını sorsa yerinde olmaz mı?
Cezaevlerinde, 140 bine yakın hükümlü, 100 bine yakın tutuklu mahkûm var. (Dikkat isterim!) Bunların 225 binden fazlası erkek, 100 bine yakını kadın, 3 bine yakını çocuk. Anlı şanlı büyüklerimiz 16 bakan, 5 bakana yeni verilen 13 yardımcı bakan, ilgili ve yetkili kurum ve kuruluşlar bu konuda ne der, ne düşünür onu bilemeyiz. Bildiğimiz o ki; tüm bu silahlanma, şiddet ve cinayetler, siyasi, ekonomik ve toplumsal iklimle yakından ve birebir ilgilidir…
Nokta Victor Hugo’dan; “Kimse senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz, gemiyi limana getirdin mi getirmedin mi ona bakar.” Ne demek istemiş ben bilemedim, siz ne dersiniz?