Çiğ köfte ihaleleriyle gündeme gelen, Arap şeyhi kıyafetiyle çektirdiği resimleri sosyal medyada paylaşan, kendisini ve giysisini çok beğendiği için her fırsatta göze sokarak gündemden düşmeyen rektörlere mi şaşalım! Yoksa yemyeşil koruların, içinde Adile Sultan Kasrı ve Av köşkü bulunan doğal yaşam alanlarının ranta kurban edilerek her gün biraz daha betonlaşan İstanbul’a mı yanalım?
Daha çok çalış, daha az tüket, daha az yaşa denilen halka mı üzülelim? Yoksa bilmek ve görmek istemiyorum deyip işin içinden sıyrılan tatlı su aydınlarının çokluğuna mı kızalım? TBMM eski başkanlarından birinin; “Artık dünyaya beyin ihraç ediyoruz” derken sesindeki gururu saklayamadığını mı anımsayalım? Yoksa CB’nın; “Bunların bilet paralarını verip göndermek lazım. Çünkü bunlar ülkemize yük” derken ses tonundaki kararlılığa mı dikkat çekelim? Aynı CB’nın; “Bilim insanlarımızın yurda dönüş seferberliğini başlatıyoruz” müjdesine mi alkış tutalım?
Emine Erdoğan’ın ABD’de yaptığı konuşmada; “Biz Arakan, Somali, Pakistan halkı için ve Suriye’den ülkemize sığınanlar için, hesap kitap tanımayan cömertliğimizle dünya birincisi olduk” sözlerini mi açmaya çalışalım? Yoksa tam da burada Emine Hanım’a! Bu hesap kitap tanımamak, sadece yardımlarla sınırlı değil ki! Sizler ikramdan seyahate, arabadan uçak filosuna, saraydan ihtişama her konuda zaten aile boyu çok cömertsiniz mi diyelim?
Gelelim dertlerimizin özet dökümüne! Ülkenin 430 bin esnafı kepenk kapatmış, 13 uluslararası şirket konkordato ilan etmiş, iflas edenlerin sayısını kimse bilmiyor, gasplar, rehin almalar, bıçaklı kavgalar, ateşli silahla yaralanmalar, hırsızlık olayları, kadın ve çocuk cinayetleri alıp başını gitmiş mi?
AKP iktidara geldiğinde hapishanelerde 52 bin kişi varken, bu sayı şimdi 240 bine ulaşmış mı? Türkiye günde 112 kişinin mahkûm olduğu bir ülke haline gelmiş mi? Mapus damlarında yer olmadığı için mahkûmlar sırayla, nöbetleşe yatıyor mu? Ülkemizde uyuşturucuya bağlı ölüm sayısı 2011’de 105 iken, 2016 yılında uyuşturucuya bağlı ölüm sayısı 920 olarak açıklandı mı? Artış hızına ve hastanelere tedavi için başvuranlara hiç girmiyorum.
Türk Hava Kuvvetleri; 83 yıl sonra kadın pilot almayacağını açıkladı mı? 2.5 yılda 1021 kadın öldürüldü mü? Son bir kaç ayda şiddet gören kadın sayısı 870’e ulaştı mı? Ülkemiz cinsiyet eşitliği endeksinde 144 ülke arasında 131. sıraya yerleşti mi? 4 milyona yakın Suriyeli misafirimizle nüfusumuzun yüzde 5’i Suriyeli oldu mu?
Damat bakan; “Yüzyıllardır dünyanın en zorlu bölgelerinden birinde olan ülkemiz en istikrarlı ülke olarak öne çıkıp, 16 yılda ekonomide başarı hikâyesi yazdı” dedi mi? bu söz üzerine gözlerimiz faltaşı gibi açıldı mı?
Sorularımızı sürdürelim. Yönetimin her kademedeki kibir, inat, gerçekleri kabul etmeme gibi özellikleri krizi daha da derinleştirip çözümsüz hale getirdi mi? Bunca sorunun arasında bir kuşak yaşlanıp, bir kuşak büyüyüp, bir kuşak da kayboldu mu? Hükümet cephesi suspus, milletvekilleri dersen var mı yok mu belli değil, yurttaşın penceresi ve gündemi malum, Beştepe aile boyu seyahatlerin dışında gece gündüz çalışıyor, TBMM’mi pardon? Bakanların yeri bile yok! Ekonomi dersen güncelleme, düzenleme, ayarlama adı altında vaziyet alıyor mu?
ABD liderinin; “Siz kimsiniz ya! Benim borum öter, önce ben, sonra biz, sonra siz şeklindeki kamplaştıran meydan okumalarına ABD halkı nasıl katlanıyor? Allah onlara yardım etsin diyor, başka bir şey diyemiyorum…
Şimdi gelen e. postalara yanıt babından derim ki; İnsan bazen köşesini öylesine içselleştiriyor ki duygusallığın dozunu öylesine kaçırabiliyor ki! Kendisine verilen ve yıllardır yazdığı alanı öylesine doğup büyüdüğü evi gibi görüyor ki! Yazdığı her yazıya gelen iletilere bakınca el ele ve emekle büyütülen köşede yer yer duygusal olmamak ne mümkün? Yazar nefes almak için yazdıklarını okurlarıyla paylaşırken, onlara gerçeklerin ışığında bazen dirençli olmayı, bazen umut aşılamayı, her zaman aydın olmanın ve ülke sevmenin erdemini anlatır- anlatmalıdır.
Örneğin ders verdiğim kurumun yazarlık bölümünde öğrencilerime diyorum ki; “Sözcükleri bir araya getirerek duygu ve düşünceleri aktarma çabası, her yazarın olmazsa olmazıdır. Hele de bazı zaman dilimlerinde bu çaba sinirleri de sınırları da zorlar. Hele de yağmanın, yolsuzluğun, emek düşmanlığının, korkunun, baskının, yasakların, kadın düşmanlığının, hayvanlara yapılan şiddetin, kutuplaşmanın tavan yaptığı dönemlerden geçiyorsanız, hele de toplumun nefes almasını önlediği, yaşam damarlarını tıkadığı özel ve öznel durumlarda…
Tüm bu iç karartan haberlerden sonra kalan küçük mutluluklardan biri nedir denirse yanıtım belli! İnsan gerçekten hayatın içine sakladığı sürprizleri tahmin edemiyor! Bu açıklamaya neden gereksinim duydum? Paylaşayım. Efendim! Kültür ve Turizm Bakanı demiş ki; “Doğrusu hiç beklemiyordum. Sayın Cumhurbaşkanı ile bir kez bir araya geldim. Kendisi bizim şirketimizde yaptığımız vizyoner işleri duymuş, fikrimi almak için beni Beştepe’ye davet etti. Sonrasında adımı bakanlar listesinde gördüm.” Bu örnekte olduğu gibi; insan gerçekten hayatın içine sakladığı sürprizleri tahmin edemezmiş! Bu arada yapılan tüm atamalarda ki; “tepeden inme, ben yaptım oldu, olmalı, olacak” mantığını da gözardı etmemek lazım…
Kısaca ve özetle akla gelebilecek bütün değerlerin, toplumsal ve kişisel tüm kazanımların hunharca harcandığı bir dönemden geçiyoruz. Herkesin bildiğini okuduğu, tehditkâr söylemin yırtıcı bir kuş gibi başımızın üzerinde dolaştığı, susmanın ve katlanmanın dayatıldığı, hele de soru sormanın tehlikeli sayıldığı bu siyasi iklimde; bizimde güncel siyasete yönelik, çizdiğimiz bir yol haritası vardır. Ve o çerçevede önerilerimiz, eleştirilerimiz, görüşlerimiz ortadadır. Keşke yetkililer parlak nutuklar atmak yerine, toplumun vicdanında karşılık bulan parlak kararlar alsalar da biz de daha az yorulsak…