Hayır, konu Melih Gökçek'in dinozorları değil. Konu erkekler, özellikle de dinozorlaşanlar.
Benzetmeden dolayı, yalnızca günümüze ulaşan fosillerinden tanıdığımız bu muhteşem devasa hayvanları tenzih ederek, bu başlığın çok etkileyici bir belgesele ait olduğunu belirteyim.
Belki de hedefi doğrultusunda en doğal haliyle oluşmuş bir kadın örgütlenmesi. Üstelik de düşmanca bir coğrafyada kocaları birbiriyle savaşan, aileleri birbirini öldürmüş karşıt kadınların "yetti artık" demesi ile oluşmuş bir hareket: Kuzey İrlandalı kadınların oluşturduğu Kadın Koalisyonu.
TBMM'de iken, çatışma ve barış süreçleri ile ilgili çalışmalar yürütüyordum. Kuzey İrlanda barış sürecini incelemeye gittiğimizde, Kadın Koalisyonunu öğrenmiş ve koalisyonun çeşitli kurucu ve aktif olmuş üyeleriyle görüşmüştük. O zaman da yapılan işten etkilenmiştik. Hatta barış sürecinin kesintiye uğradığı dönemde "acaba Türkiye'de de olabilir mi" diye düşünmüştük bile.
Hafta sonu Kadın Koalisyonunun oluşumunu ve barış sürecindeki rolünü anlatan bir belgeseli ilk kez izledim. Bilgi Üniversitesi Çatışma Çözümü Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Demokratik Gelişim Enstitüsü'nün ortak organizasyonu ile hem Kadın Koalisyonundan iki konuşmacı hem de belgesel gösterimi vardı.
Burada Kuzey İrlanda Barış süreci anlatacak değilim, ama canı gerçekten yanan kadınların bıçak kemiğe dayandığında nasıl bir mucizeyi başardığını belgeselin canlı anlatımıyla özetlemeye çalışacağım. Zira barış süreci bir yana, kadın-erkek eşitsizliği, siyasette dilin kullanımı, şiddet, ekonomi, yoksulluk, sağlık, çocuk bakım, işsizlik, konut ihtiyacı... O kadar çok can yakan, ama ana akım siyasetin içine girmeyen başlığı var ki kadınların; aslında gerçek siyaseti kadının yaptığını, erkeklerin ise siyasetten anladığının sürdürülebilir kriz ortamı olduğunu görüyorsunuz. Çok tanıdık gelecek size bazı ifadeler.
1980'lerin sonu - 1990'ların başında erkek siyasetin ve toplumsal hayatta da erkeklerin egemen olduğu bir Kuzey İrlanda'dayız. Protestanlar ve Katolikler arasındaki husumet, Katolikler aleyhine konut hakkı, çalışma hakkı, eğitim hakkı gibi sosyal hak ihlalleri ile yoğunlaşmış, din ve mezhep çatışmaları ile körüklenmiş vaziyette. "Protestanlarla Katolikleri bir arada yaşamaktan alıkoyacak hiçbir şey yok, ama Protestanlar ile Katolikler arasında bir daha asla dostluk olmayacak, çünkü acı var" diyordu bir kadın o günlerden kalan filmde. Bir başkası ise şöyle anlatıyordu o günleri: "Bize bakmak için seçilenler aslında bizimle ilgilenmiyorlardı, bu yüzden kendi gruplarımızı oluşturmamız gerekiyordu. Sanırım 16 yaşlarındaydım, ailemle birlikte gidiyordum, barınma hakkı, çalışma hakkı talep ediyordum." Sosyal haklar için yürüyüşler başlatıyor o yıllarda kadınlar. Özellikle de Bernadette Devlin gibi genç kadınlar var lider olarak.
1970'te kurulmuş Woman Together adlı kadın örgütlenmesi yakıcı sorunlara çözüm arıyordu. Örneğin çatışmalı bölgeye otobüs getirmişlerdi. Belfast'ta bombalar patlarken, otobüsler Katolik ve Protestan bölgelerine girip çıkabiliyordu.
1990'larla barış görüşmeleri gündeme geldi ve kadınlar da söz sahibi olmak istediler. İngiliz ve İrlanda hükümetlerine eşit temsil için mektuplar yazdılar, ama dikkate alınmadılar.
Bir kadın şöyle anlattı: "Bu kadınların masada olması gerekiyordu çünkü şimdiye kadar toplumda barış inşası işini zaten onlar yapmışlardı. Geleneksel politikacılar nereden başlayacaklarını bilemezler ki."
1996'da seçim yapma kararı çıktı. Bu seçimde en yüksek oy alan ilk 10 parti barış görüşmelerine katılacaktı. Bir grup aktivist kadın, Kuzey İrlanda'daki tüm kadın gruplarına mektup yazarak yaklaşan seçimleri tartışmak üzere bir toplantıya davet ettiler. Katılım çok yüksek oldu. Gelen kadınların birçoğunun isteği çocukları ve ailelerinin geleceği için basit şeylerdi. Yani çocuk bakımı, eşit ücret gibi somut ve acil konular. Seçimlerde nasıl etkili olabileceklerini düşünürken bir Kadın Partisi kurma fikri doğdu. Fakat kadınların hepsi siyasetten çok uzaktı. Bir akademisyene "müzakerelerde iki temsilci almak için kaç oy gerekiyor?" diye sordular. Kadınların ifadesiyle "gülünç derecede düşük bir şey" söylenmişti: 8.000, 10.000 oy gibi bir şey. Hepsi birbirine baktı ve "bu çok kolay" dediler. O zaman bakanlığa mektup yazarak "kendimize siyasi parti kurabilir miyiz?" diye sordular ve "evet" yanıtı aldılar.
Kadın Koalisyonunu kurup seçimlere sokabilmek için altı haftaları vardı. Kendi ifadeleriyle "hayatlarının en çılgın altı haftasıydı". Parti 3 ilke belirlemişti: Eşitlik, insan hakları ve kapsayıcılık. Bu ilkeleri kabul eden kadınları hem üyelik hem de aday belirlemek için toplantıya çağırdılar. Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu eş başkanlı olacaktı. Katolikleri, tanınmış bir aktivist olan Monica McWilliams'ın, protestanları ise pek de tanınmamış, daha çok sahada çalışan Pearl Sagar'ın temsil etmesi kararlaştırıldı. Aday listelerini ucu ucuna teslim eden Kadın Koalisyonu medyanın da ilgisini çekmekle beraber erkek siyaset tarafından ciddiye alınmıyordu. Seçim kampanyası sırasında hiç paraları yoktu ve bir miktar posterleri vardı ve yağmurda ilk düşenler de onlardı. Sloganları ise 'Dinozorlara elveda' idi. Görselde de bir çizgi dinozor vardı.
Erkek politikacılar dinozor benzetmesinden hoşlanmamışlardı ve sinirlenmişlerdi. Kadınlar ise "dinozor olmak istemiyorlarsa, dinozor gibi davranmamalarını, yollarından çekilmelerini" söylüyorlardı. Geleneksel partilerin kadınları öne çıkarmak gibi bir niyeti olmadığı çok açıktı, kadınlar da bunu kendiliklerinden yapmayacaklarının farkındaydılar. Erkek siyaseti şöyle tanımlıyorlardı: 25 ya da 30 yıldır yerel konseylerde ağır ağır, çöp kutuları için kavga ediyorlar. Bu rahatlık onların büyük şansı ve bunu kimseyle paylaşmayacaklar. Ve diyorlardı ki "Çıkın ve bir fark yaratmak için oyunuzu" verin.
Kampanya yapan kadınlara "mutfağınıza geri dönün" diyorlardı, "bekarlığa veda partisi" diye dalga geçiyorlardı. İlk başlarda alaylı bu tepkiler, oy isteme kampanyası esnasında düşmanca bir şekle dönüşmüştü. Bazı kadınlar ölüm tehditleri aldı. Bazılarına, 'nasıl cüret edersin?' denildi. Bazı kadınlar başlangıçta işin içinde olduklarını bile söyleyemediler. Mesela ailesi 'Ah, evet, sanırım yapılması gerekiyor, ama sen mi olmalısın?' diyordu. "Hiçbir koşulda bir kadına oy vermem" diyenler vardı. Özellikle Protestan kesimden kadınlara öncelikle erkeğini desteklemesi gerektiğini söylüyorlardı.
Başarı elde edemezlerse aptal durumuna düşeceklerine dair ikazlar vardı. Ama aldırmıyorlardı. Zira şöyle diyordu bir kadın: İçeri giremesek bile aptal görüneceğimizi düşünmüyorum. Son 25 yılda aksiliklerle ve bozulan farklı ateşkeslerle nasıl başa çıkacağımızı öğrendik ve bence çok ama çok iyi başa çıkacağız çünkü kadınlar olarak genelde öyle yapıyoruz.
Ama başarı geldi. Monica ve Pearl masadaydı.
İlk günler çok zordu, insanlar birbirleriyle konuşmuyorlardı. Biri bir şey söyleyecek olsa, diğeri gidiyordu. Birbirlerini duymaya açık değildi. Kadınların bakışı ise farklıydı: Barış, insanların farklı yaşamayı seçmesidir.
Erkekler kadınların yanında gizli bir şey söylemek konusunda isteksizliklerini "çünkü sen bir kadınsın ve dışarı çıkıp herkese anlatacaksın" diye savunuyorlardı. Bu algıyla da mücadele etmek gerekiyordu. Ayrıca orada insan hakları için bulunduklarını, sadece bir masa etrafında oturup kadın sorunları hakkında konuşmaktan ibaret orada olmadıklarını diğer taraflara kanıtlamaları gerekiyordu. Profesyonel politikacı sınıfından gelmedikleri için farklı, daha doğrusu kızlar ya da küçük kadınlar gibi görülüyorlardı. Çok çeşitli ve aşağılayıcı yorumlar da yapılıyordu. "Evinize gidin", "Ulster (Protestan örgüt) için çocuklar yetiştirin", "Erkeklerinizin yanında olun" diye bağırıyorlardı. Kadınlar konuşmak için ayağa kalktıklarında mırıldanıyorlar, yuhalıyorlardı: "Otur yerine, zaman kaybısın!"
"Siz kızlar, siyasetten anlamıyorsunuz, ne olduğunu bilmiyorsunuz, bu siyaset, bu siyaset." diyorlardı kadınlara. Onlar ise diretiyorlardı: "Bu siyaset değil, bu anormal bir siyaset, bu kabul edilemez bir siyaset. Ve bu tür davranışlara ve dile katlanmıyoruz."
Kadın koalisyonu tüm bu engellemelere rağmen, barış sürecinde etkili oldu. Masadan çok yetkililere birebir lobi ile istediklerini aldılar. ABD Temsilcisi Senatör George Mitchell'den demokratik bir ortam için önemli olan Sivil Forum taleplerini kopardılar. Hillary Clinton ile görüşerek konuşmasında Kadın Koalisyonundan söz etmesini sağladılar. İngiliz Devlet Bakanı Mo Mowlam'ı takip eden Pearl, barış anlaşmasına ortak yaşam için çok önemli olan entegre eğitimi koydurdu. Ve daha birçok dokunuş.
Böyle bir örneğin Türkiye'ye bir model olabilmesi için elini taşın altına koyan/koymak isteyenden ziyade, eli zaten taşın altında olanların hareket etmesi önemli. Barış bir yana, ben bu örneği kadının, hayatın gerçekleri ile ilgili olması, somut sorunları dert edinmesi ve hedefe odaklanması, yani hayata süreç değil sonuç odaklı bakması açısından siyaset dışı tutulması nedeniyle yazdım. Gerçektir ki, tam tabiri ile dinozor erkek siyaset sürdürülebilir krizleri iş edinmiştir. Kadının ise yalnızca daralttığı kadın sorunları alanında kalmasını ister. Eşitlikten dem vururken fotoğrafta kadın yoktur. Sorunlar bitsin istemez, çünkü varlığını sorunların sürmesine bağlamıştır. Siyaset bu mudur?
Kadın Koalisyonu bir anda belli bir şey yapmak için bir araya gelmiş, barış masasında yerini almış, barıştan sonra da uzun süre yaşamamıştı. Barıştan pek çoğu evine döndü. Kadın haklarının geliştirilmesi için bir siyasi parti olmadı. Ama belki bu örgütsüzlük de biraz fazlaydı. Zira barış antlaşmasında vaat edilen pek çok şeyin hala tam manasıyla gerçekleşmediğini söylüyordu kadınlar. Belki Kadın Koalisyonu yaşasaydı, fikri takibi olurdu. Barış müzakere edildiğinde, daha geniş topluluktaki kadınlar Kadın Koalisyonunun rolünün ne olduğunu tam anlamadılar. Ve ne yazık ki Kadın Koalisyonunun bu başarısı çok fazla yazılıp çizilmedi.
Kuzey İrlanda kadın direnişinin sembol ismi Bernadette Devlin dediği gibi: "Kadın Koalisyonunun hikayesi büyük ölçüde görünür değil. Bu durum kadınlar tarihten silindiği için değil. Asla yazılmadıkları için."
Kadınsız ittifaklar, kadınsız imza törenleri, kadınsız yönetimler, "kadınlarımız"la başlayan temelsiz dilekler, kotalar, eşitliksizlikler, sürdürülebilir kriz siyaseti dinozorlaşmıştır. Bunun. en iyi ifadesi budur. Bugün Türkiye'de de dinozorlar direnmektedir. Kadına, gençliğe, ekolojiye, sağlıklı kentlere, eğitime, sanata, spora, tüm özgürlüklere. Dinozorlara Elveda belgeselinde eli taşın altında olan kadının nasıl kenetlendiğini tüm siyasi parti liderlerinin görmesini isterdim. Özellikle de Diyarbakır ziyareti öncesi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun izlemesini...