Çocukluk Arkadaşım! Ömürlük Dostum! Sevgili Paşam!
Her zorlu kapıda aklıma geldiğin için, önce zihnimi açıp, sonra yolumu aydınlattığın için, iyi ki öğrenmişim, iyi ki öğretmişsin dedirttiğin için ve aramızdaki güçlü bağ için daha mektubumun başında teşekkürlerimi sunuyorum.
Sizinle tanıştığım ilk yıllara ait belleğime kazınanlar ve hiç çıkmayanlar geliyor aklıma bugün yine…
Şöyle ki; Tam bir cumhuriyet kadını olan ve Kars’a geldiğinizde size çiçek sunan annem 5 yaşında iken bana okumayı öğretip, 6 yaşına girdiğim gün elimden tutarak Gazi İlkokulu’nda Sevinç öğretmene emanet ettiğinden çok daha önce sizi tanıyordum. Evimizin ve resmi kurumların duvarlarını süsleyen fotoğraflarınız sanki mahrumiyet bahçemizin çınarları, içimizi açan ve bize ışık saçan güven abideleri gibiydi…
Küçük harfleri okuyan ama büyük harfleri bile yazamayan bir çocuk olarak o gün Gazi İlkokulu’nun kapısından içeri ürkek adımlarla girerken, daha sonra adı Atatürk olan üniversiteden mezun olacağımı ve bu iki özel ismin yaşamım boyunca ağırlığını, aydınlığını başımda ışıltılı bir taç gibi taşıyacağımı bilemezdim kuşkusuz! Hele de adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olan okulu hiçbir zaman bitiremeyeceğimi düşünemezdim kuşkusuz…
Çünkü bizim kuşak çok küçük yaşlardan itibaren Atatürk sevdasını bizlere ilmik ilmik dokuyan, nakış gibi işleyen, ailelerimizin ve öğretmenlerimizin ellerinde şekillenirken; Mahrumiyet bölgesi çocukları olarak, gelişmiş kentlerdeki arkadaşlarımızdan eğitim düzeyi ve öğretmen kalitesi olarak geri kalmadık. O nedenle Atatürk’ün; “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” sözünü esas alarak kimsemizin O olduğuna inandık…
O dönemde ilimizin ve çevremizin en hassas olduğu, üzerine titrediği, en can alıcı noktası saydığı Mustafa Kemal sevgisi ve saygısıyla büyütüldük biz. O nedenle bu 10 Kasım’da kendi çocukluğumdan bir pencere açarak sizi önce benim, sonra da çocukların mektubuyla selamlamak istedim…
Şimdi sıra umudumuz ve geleceğimiz sevgili çocukların yazdıklarında!
“Büyük Atam! Harf devrimi olmasaydı ben bu mektubu yazamayacaktım. Kadınlara haklar verilmeseydi öğretmenimiz kadın olmayacaktı, sınıfımızda kız öğrenci olmayacaktı. Cumhuriyeti bu yüzden korumalıyız, koruyacağıma söz veriyorum.” Kaan Uslu
“Yüce Atam! Sen hep bizi korudun. Bitkileri ve hayvanları da sevdin ve korudun. Artık çevremiz çok kirli, ağaçları kesenleri uyarıp, çevreyi kirletenlere yüz milyon lira ceza verir misin? Ava çıkanlara iki yüz lira ceza verir misin? Çocuklara maytap satılmasını istemiyorum, çünkü çocukların gözüne girebilir. Bunlar benim isteklerim. Sen de benden bir şey istiyorsan söyle hemen yaparım.” Cenk Başar Ünal
“Ne olur geri dön Atam! Sana ihtiyacımız var. Yokluğuna alışamadık. Ne olur geri dön” Büşra Özel
“Sevgili Atam! Yalvarırım arada sırada konuş benimle. Sana öylesine ihtiyaç duyuyorum ki.” Antranik Çekem
“Sizin zamanınızda yaşasaydım sizinle birlikte Çanakkale savaşına katılırdım. Erzurum ve Sivas kongrelerinde sana eşlik ederdim.” Selin Kaynar
“Sevgili Atatürk! Senin hiç çocuğun olmamış ama inan Türkiye’deki her çocuk kendi çocuğunun seni sevmeyeceği kadar seviyor. Buna inanmalısın. Ben böyle yazılar yazamam ama konu sen olunca bir kitap bile yazabilirim.” Kadir Edalı
“Sana abi mi diyeyim amca mı karar veremedim. Atatürkçüyüm diyebilir miyim? Küçükken hangi oyunları oynadığını bana anlatmanı istiyorum. Anneme sigara içmemesini söyler misin? Sana sarılmak ve seni öpmek istiyorum.” Duygu Barış
“Sevgili Atatürk! Şu anda yaşasaydın, tüm savaşları durdurmanı ve barış getirmeni isterdim. Şu anda Kanada’dayız. Ülkemizde olsaydım, babaannem Anıtkabir’e seni ziyarete getirecekti beni. Seni çok seviyorum.” Mina Turanlı
Canım Atam! Bana verebileceğinden çok daha fazlasını verdin. Bana çocuk haklarımı kazandırdın. Sen olmasan ne yapardım? Nasıl yaşardım? Savaşın içinde acı acı yurduma bakardım. Seni keşke görebilsem, sana sarılabilsem, ellerinden öpebilseydim. Yaptığın o kadar çok şey var ki, sayamayacağım kadar fazla. Huzurla uyu. 10 Kasım’da seni anıyorum ve çok özlüyorum. Bunu bil.” Asya Aküzüm
Bu haber de ABD’den. ABD’deki üstün zekâlılar okulu Edison Regional Gifted Center’a tam bursla kabul edilen, 3 bin 500 öğrencinin yarıştığı ve sadece 28 öğrencinin alınacağı sınavı kazanan ilk Türk olan ve 153 1Q’suyla birinci olan 5 yaşındaki Eren Akdoğan’a babası Erman Akdoğan; “Eren’e süper kahramanın kim diye sorduk? Benim süper kahramanım kötü adamları kovalayan Büyük Komutan Atatürk’tür” dedi. (23 Mayıs 2020 Cumhuriyet Gazetesi, s 24)
Demem o ki; Çocuklar mektuplarında tüm masumiyet, içtenlik, açık yüreklilik ve doğallıklarıyla Atatürk’e seslenmişler. Kimi O’na olan hayranlığını, özlemini dile getirmiş, kimi de 57 yaşında göçüp gittiği için serzenişte bulunmuş. Bu ve benzeri mektupları okuyunca kişisel olarak çok umutlanıyor, Cumhuriyetimizin geleceği emin ellerde diye düşünüyorum…
Görüyorum ki; Kemalizm’in, aydınlanmanın, çağdaşlığın bir sacayağı olduğunu, bizim olmazsa olmazımız, kırmızı çizgilerimiz, kırılma noktalarımız olduğunu gören ve hisseden minik yürekler “Gençliğe Hitabenin ‘Gaflet, dalalet ve hıyanet’ bölümünü büyüklerden daha iyi algılamışlar. Büyük Atatürk! 57 yıla sığdırdıkların emin ellerde. Işıklar içinde yat…
Özetin özetine gelince; 57 yıllık ömrün bilançosu nedir derseniz! Yarasıyla beresiyle, inkârıyla onayıyla, yandaşıyla karşıtıyla nice yıllara diye haykıran; “Büyük Atatürk! Biz sana mecburuz bilemezsin!” diyen bir halk! “Kuruluş ayarlarına ve hedeflerine dönmemiz gereken, izinden gitmekten başka çözümümüz, çaremiz yok!” diyen milyonlar! Umudumu her geçen gün artırıyor.
Kaynak: (Neşe Doster “Atatürk’e Hasret Mürekkepli Mektuplar”) 83 Yıl sonra Milli Mücadelenin şah damarını, aydınlanma ve devrimlerin büyük ustasını yine ve yeniden bu kez çocukların gözüyle okuyalım istedim…