Deprem, çığ, uçak kazası! Üst üste gelen felaketler! Ya da doğal afetler de! De’si şu! İhmallerin, vurdumduymazlığın, bilimsellikten uzak kör topal yapılan işlerin, atılan adımların, ders alınmayan ihmaller ve hatalar zincirinin hiç mi günahı- suçu yok? Sırayla gidersek!
Bir yanda Elazığ ve Malatya’da yaşanan deprem sonucu kaybettiğimiz 41 can.
Diğer yanda Van- Bahçesaray’da çığ faciasının neden olduğu 41 ölüm!
Bir yanda İdlib’de yaşları 22- 31 arasında değişen 8 şehidin yürek dağlayan acısı!
Diğer yanda Sabiha Gökçen’de üçe bölünen uçakta yitip giden 3 kişi, 14’ü yoğun bakımda tedavi gören 180 yaralı yurttaşımız!
Bir yanda Çin’den gelen Korona virüsünün toplumda yarattığı tedirginlik!
Her yanda siyasi hırslarını bi türlü törpülemeyenlerin, her şeyi herkesten daha iyi bilenlerin, her konuda söz sahibi olanların; “kader, fıtrat, takdir-i ilahi, doğal afet” şeklinde yaptıkları açıklamalar…
Bitmedi biter mi? Bir yanda toplanmayan ve çalışmayan meclis, olmayan hükümet, aranan devlet ve her işi omuzlayan, her konuyu bilen, her daim ekranlardan seslenen ve uçaklardan inmeyen iktidar mensupları!
Diğer yanda Türkiye’deki Suriyeli sayısının Suriye’deki Suriyeli sayısını geçmesine az kalan bir gelişme ve sınır kapılarına dayanan 1 milyona yakın Suriyeli...
Bir yanda 5 milyona varan Suriyeliye sunduğumuz cömert ve sınırsız hizmet! Örneğin ücretsiz hastaneden ücretsiz doğuma, bedava ilaçtan ücretsiz toplu taşımaya, ücretsiz okuldan ücretsiz okul kitabına, yerel yönetimlerin gıda yardımından yan gelip yatmaya varan yardımlar!
Diğer yanda Ulaştırma Bakanının; “Kanal İstanbul’a bu yıl içinde kazmayı vuracağız!” müjdesi! Bir yanda yüzde 50.2’sini erkeklerin, yüzde 49.8’ini kadınların oluşturduğu 83 milyona varan nüfusun 16 milyonunun sosyal yardımlarla geçinme savaşı!
Bir yanda Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yaşanan ve artık adına tam teşekküllü hastane mi denir? Oğullu, gelinli, kızlı damatlı aile boyu kadrolaşma mı denir? Yoksa adı geçen profesörün ailesine açtığı özel okul mu denir? Ona başta Sağlık Bakanı olmak üzere yetkililerden bir cevap veren çıkacaktır herhalde…
Diğer yanda 2003 yılında sayıları 11 iken, bugün 35’e çıkan eczacılık fakültelerinin yarattığı işsizlik! Ve “İstanbul Belediye Başkanına cevap verecek kadar derece kaybına uğramadım!” diyen CB’nin “korona virüsü” ve enerji için önerdiği dut pekmezi!
Yukarıda sıralamaya çalıştığım konuların bir kısmına daha önce değindiğim için ayrıntılı olarak girmek istemiyorum. Fakat işin şu kısmına ayrıntılı olarak sorularla girmek istiyorum! Tabii ki biz sıradan yurttaşların karizmatik liderlerin bu tür mükemmel projelerini anlama ihtimalimiz sıfır olsa da, bazı sorular yanıt bekliyor! Mesela; Neden göz göre göre yanlışta ısrar ve inat ediliyor? Niçin yanlış politika ve taktiklerden vazgeçilmiyor? Niye ülkemizin başat konularıyla ilgi önergeler iktidar ve ortağı tarafından reddediliyor? Ya da önemli sorunları içeren dosyalar meclisin tozlu raflarında ebedi uykularına terk ediliyor?
Yöneticiler açısından; Antidepresan kullanımında dünya ikincisi olmamız, “çocuklarım aç!” diyen babaların kendini yakması, çocuğuna pantolon alamayan babaların kendini asması niçin her türlü siyasi kaygının ötesinde derin- depderin bir üzüntü ve sorumluluk duygusu yaratmıyor?
Yine ağır bedeller ödeyen halkın kurtuluşu ilaçta ölümde araması, içlerinde asker, itfaiyeci, sivil, korucu olanların can kurtarmaya giderken canını vermesi, yaşları 19-25 arası 5.5 milyon gencimizin okumuyor - çalışmıyor olması! Neden ülkeyi yönetenleri meşgul etmiyor, sebep oldukları toplumsal sorunlar onları etkilemiyor?
Özetle gergin, endişeli, bezgin, öfkeli insanlar canından bezmişken! Kendi yerli kaynaklarını tüketmiş, kendi yurttaşına sahip çıkamayan ancak sınırlarını sonuna kadar açarak dışarıdan kendine yurttaş ithal eden bir yönetim varken! Derinden uyuyan bizleri FAY HATLARI uyandırırken! Yaşanan acı üstüne acı, felaket üstüne felaket dünyanın her yerinde varken! Bizim anlamamak, ölçmemek, tartmamak, görmemek gibi bazı kusurlarımız yok mu?
Unutulmaz Yanıt: Ne zaman Bahçesaray dense aklıma şu ilginç ve iç acıtan konuşma gelir. Yıllar önce yine her zaman olduğu gibi adında “bahçe ve saray” olsa da yaşamı hep zorlu olan Bahçesaray’ın yolları kapanmış, genç bir muhabir dönemin belediye başkanına şu soruyu sormuştu; “Başkanım! Bahçesaray’da hayat felce uğradı mı?” Başkanın; “Bahçesaray’da hayat var mı ki felce uğrasın!” cevabını hiç unutmadım, unutmayacağım da! Dünden bugüne olup bitene bakınca dağı taşı ayağa kaldıracak bir yanıttı o…