Gerek yönetim, gerek bazı kafalar, ama ille de akademik kadroları dolduranlar kadını (onlara göre hanım oluyoruz!) bize çok değer verip, bizleri çok sayıyor ya! Bizi kutsal ve naif bulup iş yaşamı yıpratıcıdır sonra üzülürüz diye kaygılanıyor, bunun için de saygıda kusur etmiyor ya!
Örneğin şart olmadıkça sokağa çıkmamamızı, trafik sıkışınca üşüyeceğimizi, yağmurda- çamurda grip nezle olacağımızı, toplu taşıma araçlarında yer bulamayınca belimizin ağrıyacağını hatırlatıyor ya!
Korunaklı kalelerimiz olan evlerimizden çıkmamamızı, çoluk çocuk bakıp, yemek yaparak zamanımızı değerlendireceğimizi, zaten ev hanımlığının kutsal bir meslek olduğunu, kadının kamusal alanın dışına çıkmaması için her türlü bahanenin ve alt yapının hazır olduğunu gözümüze sokuyor ya!
Temizliktir, ütüdür, bulaşıktır, çamaşırdır, dolma sarmadır, turşu kurmadır, salça- kek yapmadır, çocukları okuldan alma, toruna bakma, alışverişe çıkma, ucuzluğu takip etme vb dururken “çalışmak da neyin nesi!” diyor ya!
Tayyip Bey 1985 yılında “Kadının toplumdaki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna; “Kadının yeri evidir. Oy kullanmanın dışında hiçbir siyasi katılma göstermemelidir!” şeklinde cevap vermişti ya!
CB, Kadın ve Adalet Zirvesi’ndeki konuşmasında; “Meclisteki kadın oranı tarihi bir rekorun ifadesidir. Büyük ile küçüğü, güçlü ile zayıfı aynı yarışa sokamazsınız. Bazıları eşitiz diyor ya, hadi eşitiz. Kadın kadınla koşar, erkek erkekle koşar, yaratılışa, fıtrata uygun olan da budur!” dedi ya!
Bu yılın ilk 10 ayında 363 kadın, son 10 yılda 2337 kadın şiddet görerek can verip, kadın cinayetleri yüzde 392 arttı ya! 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ya!
Tam da burada aklıma geldi paylaşmasam olmaz…
Birkaç yıl önce mezun olduğum üniversitede dekan olarak görev yapan bir arkadaşım arayarak bir konuşma yapmamı rica etti. Akan sular durdu ve ben uçarak yıllar sonra üniversiteme gittim.
Okuduğum okul çok değişmişti, kaldığım yurt yoktu, öğrenci profili çok farklıydı, yemek yediğim lokantaya birlikte gittiğim aile büyüklerim tek tek göçüp gitmişti…
Duygu selleriyle çıktığım kürsüde bir zamanlar hocalarımın ders anlattığı salonda, yıllar sonra yer almanın gururu ve duygusallığıyla konuşmaya başladım. Salonun büyük çoğunluğunu, mezun olduğum bölümde okuyan gençler oluşturmuştu…
Yani mezun olduğum okulda, mezun olacak meslektaşlarıma hitap ediyordum. Konuşmam bitince soru sormalarını istedim. Koca salondan tek bir soru geldi, bu yazının yazılma nedeni olan soruydu o…
“Biyografiniz okununca çok yer gezdiğinizi öğrendik. Siz neden bu kadar dolaştınız? Ev hanımlığı gibi kutsal bir meslek size yetmedi mi?” dedi. Mezun olduğum bölümde okuyan bir öğrenci!
Genç delikanlının; Soru mu, eleştiri mi, mesaj mı, gönderme mi, tepki mi? Karar veremediğim bu tespiti için okuldaşım ve branşdaşım olan öğrenciye şunları söylediğimi hatırlıyorum.
“Ev hanımlığının bir meslek olduğunu şimdi sizden öğrendim! Ancak şunu söylemeliyim ki;
Ben iyi bir evlat, vefalı bir kardeş, değer veren ve değer gören bir eş, iyi bir anne, başarılı bir eğitimci, okunan bir yazar, aranan bir dost, sevilen bir arkadaş, saygı duyulan bir hoca, lezzet küpü yemekler yapan bir mutfak ustası, yurt içi ve yurtdışında konuşmalara çağrılan konusuna hâkim bir hatip olduğumu düşünüyorum. Neyi eksik bırakmışım ki bana bu soruyu sordunuz?”
Özellikle hemcinslerim tarafından ayakta alkışlandığımı ve alkışın uzun süre devam ettiğini hatırlıyorum…