Yüreklerimize keskin bıçakla çizikler atarak geçip giden, oyup giden, delip giden olaylara bakınca; çözümsüz sorunlar ve yanıtsız sorular giderek gündemi meşgul ediyor. Çevrede bazen gülümseten, ancak hüznü dağıtmayan öyle çok şey var ki! Artık kültürümüzün bir parçası haline gelen nefret dili, ayrıştırma, bölme, yasaklama, yok sayma, ayar çekme çabası neredeyse hayatımızın vazgeçilmezleri oldu.
Yanlış soru sorarsanız doğru cevap alamazsınız ya! Yanlış değerlendirmelere ne demeli? Siyasetin değer yitirdiği, yargıya güvenin yüzde 30’lara indiği, 82 milyon nüfusun 57 milyonunun borçlu olduğu, 9 milyon yurttaşın yeşil kartla yaşadığı ülkemizde cumhuriyetin maddi ve manevi değerlerini bitirirseniz;
V. Hugo’nun; “Bir milletin büyüklüğü, nüfusunun çokluğu ile değil, akıl ve fazilet sahibi insanlarının sayısıyla belli olur” sözü gelir yüreğinize taş gibi oturur. Dalıp gidersiniz…
Sözün ağırlığını düşünürken bu kez Abraham Maslow’un; “Elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görür” sözü düşer önünüze. Daha fazla gerilmemek için nokta koyar, diğer konulara geçersiniz…
Durup oturup her başları sıkıştığında “coğrafya kaderdir” sözünü önümüze koyanlara; Sözü evirip çevirip coğrafyadan önce yönetim kalitesi kaderdir desek? Yetinmeyip siyaset tarzı kaderdir diye ilave etsek! Ya da barış dili kaderi ne kadar olumlu yönde etkiler mi desek? Ne desek? Yaptıklarına her daim mecbur ve muhtaç olduğumuz örnek model ortada dururken bu anlamsız arayışlara ne gerek var mı desek? Keşke barışa Gazi gibi ve onun kadar inansaydık, ne iyi olurdu mu desek? Bazı çığlıkları hepimizin duyması şart mı desek? Ne desek?
Burada biraz durup, yazıyı bir içeriden bir dışarıdan iki haberle sürdürelim!
İlki komşulardan! Irak ve Suriye’de nüfusun yüzde 30’u okula gitmiyor. 1.5 milyon ev yıkılmış, aydınların yüzde 25’i ülke dışına kaçmış, 1.5 milyon kadın dul kalmış,1 milyon sakat insan, 5 milyon yetim çocuk ve 2 trilyonluk zarar var. Halkın yüzde 70’i travma yaşıyor, kafa kesme, tecavüz, hırsızlık, gasp sıradanlaşırken, bağnazlık artmış...
İkincisi bizden! İBB’ne alınacak 13 personel için 6 bine yakın başvuru yapıldığını yazdı basın. Devletin resmi rakamlarına göre 2013 -2017 yılında kapsayan 5 yılda yaşları 11-17 arasında değişen 814 bin çocuk çeşitli suçlarla karakolluk olurken, 182 bin çocuk uyuşturucu batağına düşmüş. Bir dışardan, bir içeriden iki iç karartan haber…
Seçim şovuydu, oy toplama yatırımıydı derken eksikler tamamlanmadan açılan hatlarda ağır kazalar olduğunu, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiğini, yetkililerin; “batıda da oluyor, işin fıtratında var!” diyerek suçu kabul etmediğini unutmadık. Her şeyi yozlaştırmak, hafife almak, küçümsemek de rakip tanımadığımızı da…
Gelelim okurken darmadağın olduğumuz anılara, olaylara, acılara!
Okul kitaplarında “baba işe gitti, anne evde yemek yapıyor!” tümcesini görünce düşündüm! Vatan denilen kavramın anlamını, kahraman denilen kişinin neler yaptığını anlamaktan giderek uzaklaştığımız günümüzde; Sözü evirip çevirip getireceğim yeri anladınız biliyorum! Yapraklar dökülüp hüzün çökünce buna bir de sonbahar hüznü eklenince, bizi daha nelerin beklediğini hesap etmeye kalkınca, ülkenin hali pür melali içimizi daha da çok daraltınca, kaygılar artıp, tahammüller azalınca; neredeyse “kargalar sabahları çok gaklıyor belediye uyuyor mu” noktasına geldik. Ya da “çocuklar okuldan çıkınca çok çığlık atıyorlar onların ağzını bantlamak gerek” diyenler de çıkar mı noktasına doğru ilerliyoruz…
Ortalarda dolaşan teşhislere, tahlillere, tespitlere, tahminlere bakınca! Altını özenle ve özellikle çiziyorum. İyi ki sanat var, iyi ki sanatı yaratanlar, paylaşanlar, izleyenler var ki bu dünya biraz daha çekilir, yaşanır oluyor. Aydınlanma ateşini bazen harlayanlara, daha çok horlayanlara da; Unutmayalım edebiyat ve sanat yaşamı savunma biçimidir ve sığınaktır diye hatırlatıyor, insanı, sanatı, kadını, havayı, geçmişi, değerleri önemsemeyenler için sözü hemşerim Karslı Aşık Şenlik’e bırakıyorum:
“Gitti bu dünyadan nice bin biri/ Azrail’den mühlet alan öğünsün.”
(Aslında başlık “aş pişmiyor ki su katılsın” şeklinde mi olmalıydı?)