Ülkemizde kadın muhtar oranlarıyla ilgili bilgi notlarına ulaşınca, kadın muhtar sayısının milletvekili oranından neredeyse 8 kat az olduğunu öğrenince, yani her 50 muhtardan yalnızca 1’inin kadın olduğunu duyunca, 1071 kadın muhtarımızın 963’ünün mahalle, 108’inin de de köy muhtarı olarak görev yaptığı bilgisine ulaşınca konuya geniş açıdan bakmak istedim. Önüme şu sayılar çıktı.
Ülkemizin 77 ilinde kadın muhtar var. İstanbul 140, Ankara 124, İzmir 120 kadın muhtara sahip. Sayısal olarak Ankara- Çankaya, İzmir- Konak başı çekiyor. Buna karşılık Bitlis, Muş, Sinop, Şanlıurfa’da ne köylerde, ne de mahallelerde kadın muhtar yok! Bayburt, Hakkâri, Siirt’te 1’er kadın muhtar görev yapıyor. Özetle Türkiye genelinde görev yapan muhtarların sadece yüzde 2.14’ü kadın muhtarlardan oluşuyor. Muhtarlara ilişkin bu veriler, konunun giriş bölümü idi. Gelişme bölümünde bir söyleşi okuyacaksınız…
Sayısal verilerden sonra sözün özüne gelirsek!
Bugünkü yazımın konusu ve konuğu Fenerbahçe Muhtarı! Sizleri İzmir’de doğan, Kadıköy Anadolu Lisesi’nden sonra, Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümünü bitiren, AB’den siyasete, hukuktan uluslararası İlişkilere pek çok alanda yüksek lisansı olan, İngilizce ve Fransızca bilen, yeminli tercümanlık yapan Tuba Aldeniz’le yaptığım söyleşiyle baş başa bırakmadan önce biraz gerilere gidip, anılara dalmak istedim...
Aslında bu yazı onunla yaptığım söyleşinin özetidir. Uzunsa affola! Yıllar sonra eski bir öğrencimle karşılaşınca çenem düştü, röportajı sınıfa, anılara ve okul yıllarına çeviriverdim!
KAL’da çalıştığım yıllardı. Bölüm başkanı olarak; yıllık sorumlusu, mezuniyet balosu, diploma töreni, özel günler anma ve kutlama programı görev tanımımın içinde olduğundan derslerine girmediğim öğrencilerle de sık sık görüşürdük.
Okul mevcudunun bir kasaba nüfusu kadar, son sınıfların 600 dolayında olduğu yıllardı. Üniversite sınavlarında ilk tercihine girenlerin oranı yüzde 90 olduğunda yüzde 10 neden girmedi diye olağanüstü toplanan genel kurulda öğretmenlerin kendini sorgulayarak “nerede hata yaptığını” tartıştığı yıllardı…
Başta 10 Kasım olmak üzere, 29 Ekim, 23 Nisan, 18 Mart gibi törenlerde öğrencilerin yer ve görev almak için birbiriyle yarıştığı güzel yıllardı...
Eğitimin eğitim, idarecinin idareci, öğrencinin öğrenci, öğretmenin öğretmen, sistemin sistem olduğu yıllardı. Oğlum böbrek sancıları içinde kıvranırken, evin anahtarını komşuma bırakıp, “saati gelince ilacını vermesini!” rica ederek okula koştuğum yıllardı…
Yılın öğretmeni olarak seçildiğimde ağlamalı, sarılmalı kalabalıktan okulun kapısından içeriye zorlukla girdiğim yıllardı…
Özel gün ve anma törenleriyle, diploma töreniyle, mezuniyet balosuyla, insanı sorularıyla kıvrım kıvrım kıvrandıran öğrencilerinin bolluğuyla, ilk tercihlerine giren yüzlerce öğrencinin başarılarıyla gururlandığımız yıllardı…
İşte o güzel ve özlenesi yıllardan öğrencim olan Tuba Aldeniz’le ondan kaynaklanan vefayla hiç kopmadık. Muhtar olunca da öğrenci- öğretmen kontenjanı mı desem, kadın dayanışması mı desem? Mahalle baskısı mı desem (!) Bilemedim ortaya bu söyleşi çıktı…
Ben sordum! “ En sevdiğiniz özelliğiniz nedir?”
O söyledi: “Bedelini çok ağır tecrübelerle ödemiş olsam da, iyi niyetli olmam sanırım en sevdiğim ve gurur duyduğum özelliğim. İnsanlığa ve toplumsal değerlere inandığım için bireylere fazla kin tutamıyorum.”
Ben sordum! “ En sevmediğiniz yanınız?”
O söyledi: “Beni zorlasa da herkese ve her şeye inanıyorum. Çünkü benim için beyan esastır. Toleransım oldukça yüksektir.”
Ben sordum! “Size göre insanı en çok ne güzelleştirir?”
O söyledi: “Kendi kişisel kaygıları dışında toplum için bir şeyler yapan, yapma gayreti içinde olan, elini taşın altına koyan, destek veren, empati kuran, duyarlı olan, kafa yoran her birey benim gözümde devleşir ve güzelleşir.”
Ben sordum! “En çok neye gülersiniz?”
O söyledi: “Benim için gülmek devrimci bir eylemdir, esprilere, fıkralara, durum komedilerine, insanların ucuz menfaatler için kendilerini soktukları gülünç durumlara, geçmişin tatlı anılarına ama en çok da kendime gülerim.”
Ben sordum! “ En keyif aldığınız uğraş nedir?”
O söyledi: “Çocukluğumdan beri en keyif aldığım uğraş kitap okumak. Türleri değişti ama öz hiç değişmedi. Hemen ardından müzik diyebilirim.”
Ben sordum! “Bunca eğitimin yanına başka neyi koymak isterdiniz?”
O söyledi: “Tarihi anlamak için coğrafya bilmek gerekir. Felsefe bütün bilimlerin nüvesidir. Sanırım sırada Tarih ya da Felsefe eğitimi var.”
Ben sordum! “ Tarihteki kahramanlarınız kimlerdir?”
O söyledi: “Okul sıralında tanıdığım Atatürk hayatımın gerçeği. O olmasaydı, o ışık tutmasaydı, bugün kadının toplumsal, siyasal, sosyal ve kültürel varlığından söz edilemezdi. Sahip olduğum her şeyi ona borçluyum. Bence Türkiye’de her başarılı kadının arkasında bir çift mavi gözün ışığı vardır. Bu coğrafyada yaşayan her kadının gerek tarihteki, gerek gerçek hayattaki kahramanı Atatürk’tür.” (ağlamalı alkışlar)
Ben sordum! “ Kitap, sinema, tiyatro, alışveriş desem sıraya nasıl koyarsınız?”
O söyledi: “Tam da böyle. Hayatımın her döneminde sıralama hep böyle olmuştur.”
Ben sordum! “KAL’den mezunsunuz. Okulunuza bir mesajınız olacak mı?”
O söyledi: “Kadıköy Anadolu Lisesi, okuduğum okullar içinde en sevdiğim okuldur. Çocukluktan gençliğe adım atışıma tanıklık etmiştir. O gün kurduğum sıcacık dostluklar hala güncelliğini korumaktadır. Okulumuzun mevcut öğrencilerine okul günlerinin tadını daha fazla çıkartın demek isterim. Şu anda onların yerinde olmayı, o güzel günleri yeniden yaşamayı o kadar isterdim ki”
Ben sordum! “Kariyer planlamanızda ve siyasi tercihinizde öncelikleriniz nelerdir?”
O söyledi: “Etik ve ilkeli duruş, her ikisi için de olmazsa olmazlarım. Kendim için çizdiğim yolda da, siyaset arenasındaki beğeni ve tercihlerimde de ödün vermeyeceğim kriterler bunlar. Sonucunda kaybetmek bile olsa kişinin başının dik ve mağrur olmasını sağlıyor. Ortaöğretimden itibaren öğrencilere ders olarak okutulmaları gerektiğine inanıyorum.”
Konu güncel, söyleşi konuğum, hemcinsim ve eski bir öğrencim olunca; Zaman su gibi akıp gitmiş, sorularıma son derece etkili yanıtlar almış, öğretmenliğime ait söylediklerinden ötürü kendime pay ve payeler çıkarmış, ama sohbetin sonuna bi türlü gelememiştim.
Tuba Muhtar; “Bana kendimi ifade etme şansı tanıdığınız için çok teşekkür ederim” dedi. Ben de not kâğıtlarımı toplayarak, tadı damağımda kalan buluşma için ona teşekkür ettim. İşte bu söyleşinin arka planı ve öyküsü budur…
Özel Not: Çiçeği burnunda bir öğretmen olarak atandığım Kars İlk Öğretmen Okulundan Kars Ticaret Lisesine, Kars Eğitim Enstitüsü’nden Kadıköy Anadolu Lisesine, Bilgi Üniversitesinden MSM’ye, başta ÇYDD olmak üzere eğitim verdiğim dernek, kurum ve kuruluşlara kadar meslek yaşamım boyunca binlerce öğrencim oldu. Sevdikleri için saydılar, saydıkları için sevdiler. Aralarında meslektaşlarım da oldu, okullarına davet ettiler, imza günleri yaptılar, yazılarıma, kitaplarıma övgüler yağdırdılar. İçten çağrılarıyla beni hem mutlu ettiler, hem de kendimi değerli hissetmemi sağladılar. Yıllara ve yollara meydan okuyan bu iletişimde vefa ve değerbilirlik öğrencilerime aittir.
Teşekkür Notu: Her karşılaşmamızda; Sözleriyle bazen ağlatan, bazen gülümseten, en çok da düşündüren tüm öğrencilerime ağız ve gönül dolusu teşekkürler…