Macron 2002’den beri ikinci kez kazanabilen ilk başkan oldu. Bu başarı tarihe geçse de görkemli bir zafer değildi. Çünkü Fransa’da son yılların en düşük katılımlı seçimi gerçekleşti. Aynı zamanda Macron kayıtlı seçmenin sadece %38.5’inin oyunu alarak kazandı. Sandığa gitmeyenlerin oranı neredeyse Macron’u geçmeye yaklaştı (%34.2).
Fransa seçimlerine negatif siyaset damgasını vurdu. Taraflar birbirlerini seçtirmemek için yarıştı, kutuplaşma derinleşti.
Macron seçmenlerinin %43’ü, Le Pen seçmenlerinin %47’si aday için değil, rakibin seçilmemesi için sandığa gitti. Ayrıca Macron’un partisinin gelecek yıl gerçekleşecek milletvekili seçimlerinde parlamentoda çoğunluğu elde etmesini istemeyenler %66’yı buldu.
Macron’un zaferini gölgeleyen esas değişim ise aşırı sağın normalleşmesi ve merkeze oturması oldu. Aşırı sağ artık merkez sağın yerini tamamen aldı. İlk turda aşırı sağ partilerin toplam oyu ilk kez %30’u geçmişti. 2. turda da Le Pen geçerli oylarda %42’ye ulaşmayı başardı.
Birçok ülkede olduğu gibi Fransa’da 2008 küresel kriziyle derinleşen eşitsizliğin etkisi sürüyor. Aynı zamanda 2010’larda teknolojinin gelişmesi ve pandeminin zorlayıcı koşulları, örgütlü işgücünü zayıflatırken, emeklilik gibi kazanımlarını tehdit ediyor. Yine aynı süreçte yaşanan göç ve güvenlik krizleri, Sarı Yelekliler hareketinin sert bir şekilde bastırılması, pandemi ve savaş ile artan enflasyon Macron’un desteğini azalttı.
Macron, metropollerdeki eğitimli ve gelir düzeyi yüksek seçmen haricinde birçok grupta Le Pen’in gerisine düştü. Özellikle çalışan geniş kesimlerde alım gücünün düşmesiyle birlikte yükselen öfke Macron’a desteği azaltmış görünüyor.
Le Pen ise kendisini ve partisini radikal gösteren söylem ve politikalardan uzaklaşarak, eşitsizliğe ve ekonomik sorunlar karşısında ikiliklere dayalı basit söylem ve öneriler geliştirerek Macron’a yönelik tepki oylarının adresi olma amacını büyük ölçüde gerçekleştirdi.
Popülizm uzmanı siyaset bilimci Mudde, Le Pen’in neo-nazi söylemlere yakınlaşan Zemmour’un da katkısıyla daha ılımlı bir görüntü çizdiğini, AB karşıtlığını ve İslamofobik söylemleri daha reel bir alana taşıdığını ve merkez partilerin aşamadığı sorunları ortadan kaldırma konusunda daha iyimser bir söylem oluşturduğunu belirtiyor.
Le Pen’in başarılı sayılabilecek stratejisinin de katkısıyla Fransa’da sınıfsal çatışma, sağ-sol ayrışmasından metropol-taşra ve küreselleşmenin kazananları-kaybedenleri çatışma alanlarına kaymış görünüyor.
Alt ve alt-orta sınıflarda etkisi daha çok hissedilen ekonomik sıkıntılar ve güvenlik endişeleri hükümet, göçmenler ve AB gibi birçok aktörün suçlanmasını da beraberinde getirdi. Le Pen bu öfkeyi oya dönüştürmeyi hedefledi. Daha önceden güvenlik ve kültürel farkları öne çıkaran Le Pen bu kez ekonomiye öncelik verdi.
Seçimden önce, alım gücü, emeklilik, sosyal eşitsizlikler gibi ekonomiyi ilgilendiren başlıklarda Le Pen’in çoğunluğun Macron’dan daha güvenilir görülmesi dikkat çekti. Halkın %57’sini ilgilendiren alım gücü konusunu Le Pen’e kaptıran Macron’un bir önceki seçime göre 8 puan gerilemesi sürpriz değil.
Le Pen finansal sorun yaşayan seçmende %59’a ulaşmayı başarmış. Aynı zamanda Le Fransa’da kamu ve özel sektörde yöneticilerin %71’i Macron’a oy verirken, işçilerde bu oran %32’ye düşüyor. İşçilerde Le Pen desteği ise %68’i buluyor.
AŞIRI SAĞIN TAŞRADAKİ BAŞARISI
Küreselleşme finans ve hizmet sektörünün önünü açarken, küçük şehirler ve kırsal bölgelerdeki endüstri ve tarım faaliyetlerini daralttı. Ayrıca iklim kriziyle birlikte, kentlere yönelik çevreci politikaların öne çıkması taşrayı arka planda bıraktı. Bu durum taşranın dışlanmasına ve bazı küçük şehir ve kasabaların hayalet kentlere dönüşmesine yol açtı.
Küreselleşmeye eleştirel yaklaşan Le Pen, taşrayı küreselleşmenin kaybedenlerinden olarak tanımladı ve söylemlerini pratik önerilerle donattı. Örneğin Le Pen’in en çok dile getirdiği vaatlerden biri, iklim krizi nedeniyle enerji ve akaryakıta uygulanan %20 tüketim vergisini %5.5’e çekmekti. Küçük şehirlerde ve kırsal alanda yaşayan taşra seçmeninin gelişmemiş toplu taşıma imkanları nedeniyle şahsi araçlarına bağımlı olmasıyla birlikte bu vaat seçmende karşılık gördü. Nitekim tüm ülkeye taşradan yayılan Sarı Yelekliler protestolarını ve hareketini ortaya çıkaran en büyük etkenlerden biri artan ulaşım maliyetleriydi.
2017 seçimlerinde Paris bölgesinde, tren istasyonuna uzaklık arttıkça Macron’un oyunun düşmesi ve Le Pen’in yükselmesi, merkez-çevre çatışmasının aslında ne derece ciddiye binmiş olduğunu ortaya koyuyordu.
İlk tur sonuçlarına göre Marine Le Pen’in oylarının %47’sinin küçük şehirler, kasabalar ve köylerden gelmesi de kendini dışlanmış hisseden taşra yoksullarına yönelik kampanyasının başarılı olduğunu gösterdi.
Le Pen orta gelirli taşra bölgelerinde Macron’u yakalarken, düşük gelirli taşra bölgelerinde ise Macron’u sollamayı başardı.
Le Pen taşrada hakimiyet alanı yaratırken, Macron ise sadece metropollere sıkıştı.
Macron’un başarısı ise esnek çalışmaya dayalı istihdam politikalarının karşılığını alması. Önceki iki başkana kıyasla istihdamı 3 puan yukarıya taşıyan Macron tekrar seçilmeyi başarmış.
Le Pen’in vaatleri, 25-64 yaş arası çalışan kesimi daha çok ilgilendiriyordu. 18-24 yaş arası gençler için durum farklı. Henüz çalışma hayatının zorlayıcı koşullarını tecrübe etmemiş bu yaş grubunda yer alan seçmen, küreselleşme ve sosyal medya çağında doğduğu için daha evrensel bir yaşam tarzına sahip. Daha eşitlikçi ve özgürlükçü söylemler bu grupta daha çok karşılık buluyor. Sosyalist aday Melenchon ve Yeşillerin adayı Jadot’un gençlerde daha başarılı olması tesadüf değil.
Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere Avrupalılık kimliği 18-24 yaş arası seçmen grubunda baskın.
AB ve küreselleşme karşıtı söylemleriyle Le Pen bu gruba hitap edemezken, Macron da küresel elit görüntüsüyle cazibe yaratamadı. Dolayısıyla ilk turda sandığa gitmeyenlerin oranı %42’ye ulaştı.
İkinci turda ise 18-24 yaş grubundaki geçerli oylarda Macron yarışı önde tamamladı (%59.2). Fakat Macron’un gençlerde ülke ortalamasının üzerine çıkamadığı görülüyor.
Le Pen’in stratejisi sol-sağ üzerinden ayrışan siyaseti, küresel ve ulusal elitlere karşı halkı savunan bir çizgiye çekerek, geniş kitleler gözünde halkın gerçek temsilcisi konumuna erişmekti. sınıfsal ayrışmayı, küreselleşmenin kazananları ve kaybedenleri ayrışmasına tahvil eden, metropol elitleri ve taşradaki yoksullaşan kesim arasındaki çatışma hattından beslenen bu strateji seçimi kazandırmasa da Le Pen’i sağın hakimine dönüştürmüş durumda.