Husumetin tavan yaptığı, hamasetin harman olduğu günlerden geçiyoruz. Daha doğrusu ülke yönetiminin her kademedeki yükselen değerleri uzun süredir böyle.
Bu girişten sonra zaman tünelinde ilerleyerek! “Bakın burası çok önemli!” diyerek çevreye göz atmak şart oldu!
Avrupa ülkelerinde 5 milyondan fazla Türk yaşıyor. Buna karşılık ülkemizde 5 milyona yakın Suriyeli barınıyor. Ne alicenap, ne cömert, ne mütehammil bir ülkeyiz! Ey Avrupa duy sesimizi, aç gözlerini…
22 trilyon dolarlık bütçeye sahip ABD’nin toplam nüfusu 328 milyonken o topraklardaki kayıtlı göçmen sayısı 51 milyon. Yenilerinin gelmemesi için, mevcut olanları göndermek için yollar arayan koca ABD tüneller kazıyor, duvarlar örüyor…
Mademki konu açıldı cevapsız sorulara geçelim! Pek çok konuda yönetimin hoşlanmadığı ve fakat milletin sorduğu sorulara karşılık bir açıklama var mı? Yok…
Millet yanıtsız da kalsa kafasını kurcalayan sorularını hep soracak mı? Sormalı…
Dünyayı yönetenler iyi bilmelidir ki! Polemik yaratarak, bağırıp çağırarak, suçlayıp laf çakarak, ayrıştırıcı dilden vazgeçmeyerek ülke yönetilirse hem ülkenin geleceğini inşa etmek zorlaşır, hem yanıtsız kalan sorular önem taşır, hem de yönetim her anlamda kendini zora sokar. Çünkü devlet yönetiminde önemli olan; ülkelerin refahı, yaşam düzeyi ve kendi milletinin geleceğidir. Yine esas olan yurttaşların can ve mal güvenlikleridir. Huzurlu bir toplum, bereket dolu bir toprak, barış içinde bir vatan demektir.
Tam da burada! Yaptığı işlerin, attığı adımların ne anlama geldiğini zerrece düşünmeyen, araç, yöntem, gerekçe, yer ve zaman dozunu ayarlayamayan ve fakat dünyayı yöneten şişirilmiş ben’lere soralım!
Halk ciddi cesaret isteyen soruları soramasa da; sayılamayacak kadar çok yurttaşın kalbinden, zihninden, yüzünden, bakışlarından pek çok şey anlaşılırken hiçbir şey yokmuş gibi davranmak güven bunalımı yaratıp, yöneticilere güveni azaltmaz mı?
Bir yandan İdlib’ten gelen şehit haberleri, diğer yandan sınırımıza dayanan virüs korkusu, her yandan ara vermeden hız kesmeden süren kadın cinayetleri. BM verilerine göre hiçbir yere sığamayan sığınmacıların sadece yüzde 16’sının gelişmiş ülkelerden tarafından kabul edilmesi gerçeği insanı derinden etkilemez mi?
Yine yeri gelmişken! Attığı adımların kaçınılmaz sonuçlarından zerre kadar endişe duymayan muktedirlere soralım! Hata yaptığını asla kabul etmeyen, sorumluluk taşımayan, olup bitenler arasında neden- sonuç ilişkisi kurmayanlara hatırlatalım! Ya da bağırıp çağırmada dereceleri olanlara, parmak sallama da rakip tanımayanlara bir kez daha anımsatalım!
26 yaşındaki şehit piyade uzman çavuş Selman Cankara, Adana Buruk Mezarlığında toprağa verilirken, torunu 1.5 yaşındaki Uygur’a sarılarak; “Ben şimdi kimin yollarını gözleyeceğim?” diye ağlayan annenin acılı yüreğini kim teselli edecek?
Durup oturup turizmde rekor kırdık, sıralamada bir numara olduk, onlar gelmese bunlar gelir diye sevinen yetkililer Turizm eski bakanı Bahattin Yücel’in; “Turizmin ilacı barıştır!” sözünü duyunca ne diyecek?
Keşke geçmişten ders alınsa, keşke konunun uzmanlarına danışılsa, keşke zaman zaman arşivlere bakılıp rakamlar kıyaslansa, keşke bazen köklü ve kurumsal gelenekleri olan kuruluşlara fikir sorulsa, keşke ülkenin şanlı destanından dersler çıkarılsa, keşke “dün neler demiştim bugün neredeyim?” diye özeleştiri yapılsa…
O zaman ortamı saran; çaresizlik, tutarsızlık, panik gibi pek çok açmaz aşılmaz mı?
Davet Notu: 8 Mart Pazar günü saat 15.00’ de Küçükçekmece Atakent Kültür ve Sanat Merkezinde; “Atatürk, Aydınlanma ve Kadın” konulu konuşmam var. Yolu düşenleri bekleriz…
Önemli Not: “8 Mart Kadınlar Günü” yazımı okumak için 9 Mart Pazartesi gününü bekleyeceksiniz!