20 Aralık akşamını takip eden günlerde dışarıda işlerim vardı. Evin tek oto ehliyetli kişisi olarak ev insanlarını taşıyacak, dış işlerini halledecektim. Diş doktoru, aile hekimi, eczane, hastane, market, berber, kuaför gezerken, bir yandan da 20 Aralıkçılar'ın heba ettiği ülke haline ve gelen tepkilere bakıyordum.
Doğrusu TV izleyemedim. İyi ki de izlememişim. Eğer bu iki gün sadece TV'lere ve medyaya baksaydım, ülkenin her yerinde halaylar çekildiğini, dolarların satırlarla kıyılıp, ekmek arasına katıldığını zannederdim. Malatya şehir merkezinde yaşanmış son derece münferit ve tamamen PR amaçlı olduğu belli bu tuhaf halay ülkeyi etkisi altına almıştı. Muhalif medya bile içi yanan insandan çok, halay çekenleri göstermişti.
Malatyalı vatandaş dövizin düşüşünden o kadar mutluydu ki halay çekiyordu. 5 yıl öncesine gittim. 2016 ve yine Aralık ayı idi. O günlerde de "dış güçlerin oyununu bozmak için dolarınızı bozun" türü bir kampanya başlamıştı. Iğdırlı bir berber, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısına destek vermek için en az 250 dolarını TL'ye çeviren herkese ücretsiz saç sakal tıraşı yapıyordu. Dolar 3,5 TL civarında oynayıp duruyordu. O gün 250 dolar bozduranlar hayatlarının en pahalı tıraşını oldular. Belki daha sonra bu şahane dolar bozdurma vodvili karşılığında ödüllendirilmişlerdir. Umarım öyledir, yoksul insanlardı çünkü. Bu günlerde kimler dolar bozdurmadı ki... Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu bile "aman" deyip koştu. "Türk ekonomisi güçlüdür. Ekonomimize destek vermemiz lazım. 1071 dolar bozduruyorum. 1071 bizler için çok anlamlı ve önemli bir tarih. Herkes aynı bilinçle hareket ederek güçleri oranında destek vermeli" diyerek soluğu döviz büfesinde aldı. Aslında hedef 2071 olsa daha anlamlı olurdu belki, ama kalan 1.000 doları "ne olur olmaz diye" bozdurmayı göze alamamış olmalı.
Satırla 1 dolar kıyan usta konusuna hiç değinmeden 3 gün süreyle, yani 21-22-23 Aralık tarihlerinde bekleme salonlarında tanık olduğum, yanda yörede duyduğum konuşmalardan söz edeyim size. Ülkede hiç de öyle halay havası yok. Ülke insanı öfkeli, çaresiz, umutsuz, sinmiş, kaygılı ve en kötüsü kendisini sıkıştırılmış hissediyor.
21 Aralık günü hastane bekleme salonunda otururken yanındakilere durumu analiz etmeye çalışan adam "Yani durum şu: Taşları bağladılar, köpekleri üzerimize saldılar" diyordu. Sesinde sanki bir kapandan, bir açmazdan çıkış yolu arayıp da bulamamanın umutsuzluğu vardı. Dikkat kesilip bir süre dinledikten sonra anladım ne demek istediğini. Faizler zaten düşük gidiyordu. Cumhurbaşkanının sözlerinden de bu faizin artmayacağı belli idi. Adam işin 'nas'ında değildi. Yani öyle bir hassasiyeti yoktu. Anlaşılan hayat pahalılığına karşı kendini döviz alarak korumaya çalışıyordu. Artık döviz de bunca düşürüldüğüne ve en azından yakın dönemde artmayacağına göre, peki bu enflasyon canavarı karşısında ne yapılacaktı. Bu arada "canavar" kelimesini de uzun süredir ilk kez duymuştum. Biz de unutmuşuz enflasyonun canavar olduğunu; daha doğrusu canavarların enflasyona sebep olduğunu. Özetle vatandaşın üzerine salınan enflasyon karşısında, kendisini savunacak döviz ve faizi bağlamışlardı.
22 Aralık günü markette bir tanıdığa rastladım. İşyerinde ucuz kredi çekip döviz alan çok sayıda çalışan varmış. "Bir görsen herkesin başı öne eğik, dokunsan ağlayacaklar" dedi üzgünce. İnsanların ekonomik alanlarını koruma, kollama, hayat pahalılığına karşı hanelerini savunma gibi bir refleksleri var. Yani Homo Economicus dedikleri. Siz şimdi bu insanları düşman ilan edip "kredi çekip dolar alanlara nasıl da attık kazığı ama" diye keyifleniyorsunuz. TÜİK'in enflasyonu bile faizin üzerinde seyrederken, zaten işsizlik ortamında asgari ücretle kıt kanaat geçinen, evindeki işsiz sayısı artan insanlara ne hakla "fırsatçı" diyorsunuz utanmadan. Fırsatçı kendi vatandaşına kumpas kurana denir.
Ve bu kumpasta, vatandaşlar için öngördüğünüz kazanç limiti, tüm kamu kaynaklarının sarfiyatı ile bastırarak düşük seviyede tuttuğunuz dövize bağlı olacak, öyle mi 20 Aralıkçılar?
23 Aralık günü bizimkileri saç kestirmeye götürdüm. Bir ara annemin yanına gittim. Baktım gözleri dolmuş; yaşlı insanlar, üzülüyorlar. "Baksana şu arkası dönük adama çok acıdım, 5.000'e dolar almış 18 TL'den, nasıl üzgün bir görsen" dedi. Dönüp baktım, dört çalışan hararetli hararetli tartışıyordu. "5.000 dolar mı almış, eh büyük zarar tabi" dedim. Annem de "Yok be kızım, ne 5.000 doları, 5.000 TL'si ile dolar almış, 18 TL'den son gün" dedi. Dönüp tekrar baktım. Kuaförde emekçi. Konuşmalarına kulak kabarttım. 1 kadın 3 erkek.
"Ne bileyim baktım artıyor, herkes alıyor ben de kenardaki paramla alayım dedim, hanım 'sen ne anlarsın bu işlerden, bırak alma' dedi, şimdi de bana kızıyor" diye dertleniyordu. Bir ara profilden gördüm. Kıpkırmızıydı yüzü adamcağızın. Karşısındaki kadın "İnsan karısını dinler, kadın sözü dinleyecektin" diye haşladı çalışma arkadaşını ve şöyle devam etti: "İnsan 18 TL'den dolar alır mı, bana sorsan alma derdim. Ben 8 TL olduğunda bozdum, gidip burun ameliyatı oldum. Gerçi ben de zarar ettim tabii ama olsun." Yüzünü cepheden görebildiğim bir diğer iş arkadaşı alay ediyordu adamcağızla. Gülüyordu. Belli ki o bu işlere kalkışmamıştı, "Sen deli misin, 18 TL'den alınır mı hiç, düşecek daha da düşecek, 8 TL olacak" diyordu fıldır fıldır gözleriyle. Diğer arkadaşı ise "valla ben de olsam alırdım, haklı, dolar 20'lere, 22'ye çıktı, indi, çıkmadı mı" dedi. Kimse de "çıkmadı" diyemedi.
Ortamda yazılanlar, uçuşan rakamlar vatandaşa olmuş gibi yansıyabiliyor. Dünya Gazetesi'nden Şeref Oğuz, Cüneyt Özdemir'in yayınında Katar ile yapılan SWAP anlaşmasında 1 doların 22 Türk lirası olarak sabitlendiğini iddia etmiş ve bu iddia sosyal medyada epeyce yer bulmuştu. Bu beklenti ortamını iktidar sadece izledi.
1989 yılında ekonomi muhabiri olarak gazeteciliğe başladım. Her ne kadar borsa ve para piyasaları muhabirliği yapmamış olsam da servisteki arkadaşlarım Miyase İlknur ve İlkin Aydın'ın yanında Tahtakale'ye, Borsa'ya gidip izlemişliğim vardır. Şunu görmüştüm: Bu ülkede okuma yazma bilmeyen insanlar bile döviz hesabı yapar; kuru bilir, cebinde bir miktar döviz taşır. 70'lerden itibaren gurbetçilerin Türkiye'ye gelişlerinde bıraktığı DM'ler (yani tarihe karışan Deutsche Mark) cüzdanlara ufak ufak girmeye başlamıştı; Özallı yıllarda onun yanına dolarlar da ilave oldu. Türkiye ekonomisi hiçbir döneminde güçlü ve istikrarlı olamadığı için, döviz vatandaşa bir güvence oldu. Bugüne bakarsak, faizler enflasyon altında seyrederse, ekonomisi reel sektöre değil de bizdeki gibi 5 tane müteahhidin ikbaline bağlanmış bir ülkede dövize yatırım en doğal tercihtir.
Ortalama vatandaş döviz niye alır? Çünkü döviz sizi enflasyona karşı korur, tasarruf yapmanızı sağlar, kadınların altın günlerinin yanı sıra dolar günleri de olur. Kiralık ev depozitoları döviz cinsinden verilir. Eskiden gazetelerin ekonomi sayfalarında üst köşede mutlaka ilk bakışta okunabilecek şekilde döviz kurları olurdu. Bugün hepsi mobil telefonda anlık görülüyor. Yani araçlar değişti ama dövize bağlılık değişmedi. Ama değişen bir şey oldu, ilk defa bu iktidar döneminde döviz alan insanlar neredeyse hain, dış güçlerin maşası ilan edildi. Onlara sırt çevrildi. Tabii büyük dolar zenginleri hariç.
Peki bugün sırtlarından hançerlenip yüzlerine "oh oh" çekilen insanlar kim? Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi orta sınıfın ve altı, asgari ücret/enflasyon arası açıklarını kapatmaya çalışanlar tabii ki... Bir de hak etmedikleri halde hedef gösterilenler var. Mesela yurt dışında evlat okutmaya çalışan, eline geçirdiği üç kuruşla döviz alan kişiler. Bu kişiler içinde dövizin düşük seyretmesi zaten elzemdir. Ama mecburi alıcıdırlar ve belki yüksek kurdan almak zorunda kalmışlardır. Ayın 21'inde evlatlarına daha çok destek olabilecekken, gün farkı ile kaybetmişlerdir. Ya da yıllarca çalışıp emekli olmuş, yatırım yapmış ve bununla hayattan keyif almak isteyen, kültür sanat faaliyetlerinde bulunup, ekonomik turlarla yurt dışına gidenler. Neden istesinler ki dolardaki artışı. Ama belki onlar da ihtiyaçta yakalandılar.
Bu sıradan insan grupları çeşitlendirilebilir. Ama ortak özellikleri, 20 Aralıkçılar'ın üzerlerinden silindir gibi geçmesidir.
Şimdi ne olacak?
- Yoksul ve orta sınıf, bir avuç iktidara yakın zengini finanse etmeye katlanarak devam edecek.
- Bu zenginler kazançlarının bir kısmıyla iktidarı finanse etmeye devam edecek.
- İktidar bu zenginler için yeni yeni rant fırsatları yaratacak. Birlikte Türkiye'yi paylaşacaklar.
- İktidar elindeki kamusal finansman gücüyle vatandaşı döviz ve faiz kıskacına sokacak; yoksullaştırıp sindirecek. Çünkü arzu edilen vatandaş, "kıpırdayamayan"dır.
- Elinde avucunda ne varsa kaybetmeye başlamış, kaygılarıyla baş başa kalmış vatandaşın ise iyice sinerek iktidara yanaşması, yani en sevmediğim atasözü ile "bükemeyeceği eli öpmek zorunda kalması" işten bile değildir.
Erdoğan, tüm dış güç, lobi vs. söylemlerine karşın, dövizin de, faizin de, nas'ın da, zenginliğin de, fakirliğin de kendi kontrolünde olduğunu demir yumrukla vatandaşa gösterdi. Uzun süredir siyasi söylemleri, yerlilik, millilik, vatan, millet, din, bayrak, ezan söylemi tutmayan iktidar, tüm gücünü toplumu ekonomik olarak terörize etmeye yöneltti. Vatandaş bunu istemeye istemeye kabullenmek zorunda kalacak. O nedenle CHP, içinden naiflik geçen "ceğiz, cağız" maddeli açıklamalara bir son vererek alanlara inmeli, akaryakıt pahalılığı, ilaç yokluğu, sağlıkta tıkanma, fakirleşme, açlık konseptli mitinglerine devam etmeli ve 20 Aralıkçılar da dahil, tüm kamu bürokrasini kişiye değil hukuka uymaya yeniden ve daha güçlü bir sesle çağırmalıdır. Kamulaştırma ve servetin 5 müteahhitten alınarak topluma dağıtılması bu ülkede karşılık buldu, bunu unutturmamalıdır.