Hiç birimiz masum değilken hayat eve sığar mı?

Neşe Doster Yazar nesedoster@yahoo.com

Kolay değil! Salgının en gerilimli günlerindeyiz. Bir yanda eve tıkılıp kalmanın- eve kapanmanın sıkıntısını yaşıyoruz. Diğer yanda hayat pahalılığı, belirsizlik, işsizlik sadece cebimize değil, yüzümüze de, davranış ve eylemlerimize de yansıyor. İki ara bir derede 21 kadın daha öldürüldü.

Bir yanda yersiz, gereksiz, temelsiz bir özgüven patlaması yaşayarak sabır ve dayanışmayı öne sürenler, diğer yanda duymayan, sormayan, dinlemeyen, hatta küçümseyenler!

Yeri gelmişken gelmese de olur! Unutulmaması gereken bir şeyi hatırlatmak da fayda var o da şu! Yaşlılar geçmişimiz, yaşlılık geleceğimizdir. Bu iki kere iki dört gibi bir şey! Bu gerçekten yola çıkarsak bu zorlu süreçte toplum yaşlılarına acımasız ve acıyarak baktı mı? Baktı! Her kademede ve sık sık yaşlı ölümlerin altını çizildi mi? Çizildi! Bazı kendini bilmezler o kesimi alaya aldı mı? Aldı! Demek ki bu alanda geçerli not alamadık…

Bu kez çuvaldızı kendimize sokarak sormak istiyorum! Yüksek sorumluluk göstererek, evde kalarak, dayanışarak, sokakları doldurmayarak, yitirecek zaman yok diyerek, disipline uyarak, kararlılık göstererek, sosyal mesafeyi koruyarak, bilimin koruyucu kanatlarına sığınarak, sorunun önemini algılayarak, çözüme katkı sunarak bu sürece katkı sunup, bu sınavdan geçecek miyiz? Bakalım…

Yine sormadan edemiyorum! CB başkanlığında Corona virüs belasından nasıl korunuruz, hangi önlemleri alabiliriz toplantısına; “Önce ben, sonra şahsım, sonra bizzat kendim, sonra iktidarım, daha sonra çevrem” diyenler, hekim örgütü olan TTB (Türk Tabipler Birliği) ve ana muhalefet olmak üzere muhalefet partilerini çağırmamakla neyi kanıtlamak istediler?

Norveç, hem şirketleri kurtaracak, hem işçi ücretlerini ödeyecek paketi açıklarken! İsveç, çalışanların sağlık giderlerini karşılayacağını belirtirken! Kanada Başbakanı halkına hiçbir Kanadalı kirasını ödemek ya da yiyecek satın almak konusunda endişelenmesin diye seslenirken! Malezya, yurttaşın elektrik faturasında indirime giderken! Evde kalırsa işini, işe giderse sağlığını kaybedecek bizim ülke çalışanı ne yapsın? Bu soru ve saptamalar izaha ve yanıta muhtaçtır!

Sorularımı sürdürürsem! Bu böyle daha ne kadar sürecek, biz daha he kadar evlerimizde tıklım tıkış kalacağız, okullar ve işyerleri daha ne kadar kapalı kalacak, tekdüze ekranlara ve kaygı verici haberlere kitlenerek mi yaşayıp gideceğiz gibi sorulara yanıt arayarak, gün hesabı yaparak ne kadar bekleyeceğiz?

Aslında eğitimci ve yazar yanım diyor ki! Bu zor ve zorlayan günleri sanatla, bilimle, birikimle, emekle, okuyarak, konuşarak, dertleşerek, en çok da toplumsal bilinçle atlatmaya çalışalım! Kolay mı? Değil! Denemeye değer mi? Evet!

Tabii ki beton, beka, dua, sabırla yol almak da ayrı bir seçenek ve mümkün! Hele de masal anlatmaya hazır bir ekip, masal dinlemeye dünden razı kalabalıklar oldukça öngörüdür, önlemdir, tavsiyedir, dayatmadır bu topraklarda biraz zor maya tutar!

Yine ve yeniden sorumuza gelelim! Kurallara, kararlara, yasaklara, uyarılara uyuyor muyuz? Bilim insanlarının önerilerine, doktorların sesine, ilgililerin yaşanmış örneklerine kulak veriyor muyuz? Yoksa dinlememek, önemsememek, bana bir şey olmaz demek, düşünmemek, sormamak konusunda birbirimizle yarışıyor muyuz?

Bu sürecin adı artık gönüllü mahsur kalmak mı olur? Zora ki mahzunluk mu kabul edilir? Gönülsüz mahkûmluk mu sayılır? Zorunlu ikamete mi girer? Adrese dayalı 65 yaş dayatması mı kabul edilir? Ligler ertelenip maçlar yapılmadığı için sokaklarda inin cinin top oynaması olarak mı görülür? Bilemedim! İyisi mi hepsi deyip noktayı koyalım…

Unutmayalım ki! Kaybedecek zamanımız yok, bu savaşı kazanacağız! Nasıl mı? Bilinçli davranarak, korkmadan mücadele ederek, üzerimize düşeni yaparak, el hijyenine önem vererek, işin dozunu kaçırmayarak, sosyal mesafeyi koruyarak, sokağa çıkmayarak, parklara dalmayarak, seferberlik ruhumuzu uyararak. Ülkeyi yönetenlerin iddia ettiği gibi “çok iyi” değil, bilakis çok kötü olan ve daha da kötüye gidecek olan ekonomik krizi unutmadan harcama yaparak.

Günlerdir sosyal medyada ve basında dolaşıp durarak gönül tellerimizi sızlatan bir haberle (bayatlasa da) noktayı koyarsak! Devlet Arşivleri ve Cumhuriyet Arşivi’nin yayınladığı belgelere göre Çin Hükümeti; 1938 yılında yaşanan kolera salgını sonrası Atatürk’ün kurduğu Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde üretilen 1 milyon cm3 aşıyı onlara yollayan ilk ülke olduğumuz için bize 2 milyon hızlı tanı kiti yolladı ve hiçbir ücret talep etmedi. Bu gerçekten yola çıkarsak;

O yıllarda ve zorlu koşullarda Çin’e aşı yollamış bir ulusun evlatlarıyız. Bunu da atlatırız. Yeter ki zekâmızı, hayal gücümüzü, şaşırtıcı yaratıcılığımızı, gülümseten muzipliğimizi, düşündüren espri yeteneğimizi dolaşıma sokalım. “Bize bir şey olmaz!” boş vermişliğimizi de indirmemek üzere askıya alalım…

İpucu: Ev ödevlerine gösterilen ilgi çok büyük, günlerdir sizlerden gelen cevapları okuyorum. Ayrıntılı değerlendirme için Cuma gününü bekleyeceksiniz. Biraz daha sabır! Haber vereyim dedim…

Tüm yazılarını göster