Yeni Ekonomi Modeli (YEM) olarak adlandırılan bir model yakın geçmişte hayatımıza girdi…
Döviz kuru serbest bırakılacak, hatta kur yönlendirilerek liranın değeri düşürülecek ve ihracat gelirleri artacaktı. Bununla da kalmayıp dış ticaret fazlası ve cari fazla verilecek, bu sayede ülkeye bol döviz gelecek ve kur tekrar düşüşe geçecekti.
Güzel bir hikâye değil mi?
Peki, böyle mi oldu?
Tabii ki hayır.
Son dönemin çoğu böyle hikâye ve arkasından resmi verilerle desteklenen olgularla dolu. Dikkat ederseniz, diğer birçok alanda olduğu gibi, ekonomiyi yönetenler artık gerçeklerden çok uzak bir şekilde günlerini böyle söylemlerle geçirmeye başladı.
Örnek mi?
O kadar çok ki…
"Enflasyonla ilgili bir sıkıntımız var. Hiç merak etmeyin, aşıyoruz, aşacağız. Türk lirasına güveni artırıyoruz. Türkiye ekonomisini faiz ve kur sarmalından çıkardık" gibi söylemlerin günlük hayatımızın artık bir parçası haline geldiğini ve daha da devam ettiğini gözlemlemekteyiz.
Öyle ki, bu söylemler de açıklanan resmi verilerle desteklenmeye çalışılmaktadır. Örneğin faiz hem de politika süslemeli olanı %14, dolar kuru sanki çakılmış gibi 14.70 lira civarında karşımızda dururken bununla övünülmekte, bu durumun sonuçta ekonomiye vereceği zaralar konusunda en ufak bir sorgulama yapma gereği duyulmamaktadır.
Bu çizgide dün açıklanan bir işsizlik oranı var ki, evlere şenlik. TÜİK onu da epey düşürdü ve eğer biraz daha zorlarsa, tek haneli işsizlik oranımızı birkaç hafta sonra yakalayacağımızı söyleyebiliriz.
İŞİN GERÇEĞİ NE?
Döviz kuru o kadar kararlı bir seviyede yerinde kımıldamadan duruyor ki, gören de sabit kur rejimine geçtik sanır. Bu durumda belki de en çok hoşnut olan dış ticaret firmalarıdır. Kararlı ve sabit bir kur, firmaların özellikle üretimde ithalata bağımlı olması nedeniyle son derecede faydalı bir görünüm sağlar. İthalat siparişleri risk almadan verilebilir, ihracat birim fiyatları da aynı şekilde dış alıcıya rahatça ulaştırılabilir.
Ama gerçek ya da gerçekleşecek olan durum can yakıcı niteliğe sahip bir şekilde karşımızda durmaktadır. Öncelikle döviz kurunu, faiz oranını ve enflasyon oranını aynı anda kontrol altına almamızın olanaksız olduğu gerçeği ile karar vericilerin kur ve faiz oranını kontrol altına aldık türü yaklaşımları birer boş söylem olarak karşımızda durmaktadır.
Ortadaki tecrübe edilen gerçekler de bunu bize sunmaktadır. Politika faizi her ne kadar %14 oranında açıklansa da kredi faizlerinin %35’lerin çok üstünde gerçekleştiğini, işsizlik oranın %10 civarında bir oranda verilse de, buna denk gelen ekonomik büyüme oranının baz etkisi çıkarıldığında %2 veya %3’ü geçmediğini gözlemlemekteyiz.
AKIL DIŞI SÖYLEMLER
Karar vericilerin belirttiği gibi Türkiye ekonomisi faiz ve kur sarmalından kurtulmamış, aksine en derinden bu sarmalın içinde debelenip durmaktadır. Kur Korumalı Mevduat (KKM) ile döviz kurunu baskılamaya gitmemin, hatta bunu çoğu zaman arka kapıdan döviz satarak dengeye getirmenin fırsat maliyeti ödemeler dengesinde yaratılan açıkların enflasyon baskısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diğer bir ifadeyle, Türkiye’de böyle akıl dışı finans oyunlarıyla ekonominin sarmaldan çıkmasını değil de kur krizi ile beraber çıkacak olan ödemeler dengesi krizinin ortak davranışının yolunu izlemekteyiz.
Yapay kur ile şekillenen ve hiper-enflasyon baskısı altındaki hayat pahalılığının inanılmaz boyutlara ulaştığı ekonomimizde, toplumsal yükü en çok da karar vericilerin akıldışı söylemlerinin artırdığı ortadadır.