Başlığı yerli yerine oturtmak, altını doldurmak için örnekler vererek bir seçki yapmak gerekirse Edirne’den Kars’a yol olacağından özet geçiyorum, çünkü alıştık, alıştırdılar…
İşsizliğin ruh sağlığını bozduğu, cinayet ve intiharlarda ciddi artışın yaşandığı, boşanmaların arttığı, ekonomik krizin toplumsal bir sorun haline geldiği net ve açıkken etkin ve yetkin kesimin izlemekten öte bir şey yapmaması ilginç değil mi?
Erkek egemen yapının kalelerinden olan işkollarında kadınların çalışması ve başarıları karşısında önyargıları yıkılmayan, hala çağın ötesinden çağrılar yapan birilerine yüksek sesle tepki verilmemesi manidar değil mi?
Sırtları görünmeylen eller tarafından daima sıvazlandıkları için durup oturup kendince ayar çekerek; “dayak yiyen kadın şükretsin!”, “6 yaşındaki çocukla evlenilebilir!” “Kadın milletine 90 km ötesi haramdır!” diyenlere karşı, kafaların başka yere çevrilmesi ve o sözlerin görmezden gelinmesi kabul ve onay anlamına gelmez mi?
Tarımın bitirildiği, hayvancılığın yok edildiği, yiyip içilen her şeyin ithal edilir hale geldiği, bir zamanların tarım ülkesinde hiç bir sorun yokmuş gibi yaşamaya devam etmenin, rahatı ve istifi bozmamanın açıklanabilir bir yanı var mı? Ya da sormak, yazmak, konuşmak, paylaşmak hakkı da ortadan kalktı mı?
Sonu daha karanlık tünellere savrulup gidilirken; bazen kurumlar, bazen insanlar kendi oranında ve ölçeğinde bedeller öderken, yoksullaşma artıp, gelir dağılımı bozulurken; Damat bakanın müjde olarak verdiği “yıl sonunda 2.5 milyon kişiye isitihdam yaratacağız” şeklindeki havada kalan sözleri ve gerçekleşmeyen hayalleri ne işe yaradı diye yüksek perdeden bir sesin dahi duyulmaması ilginç değil mi?
Anlamak zor da olsa, damat bakan yine döktürmüş; “Böyle bir iklim ve düzeyde, bir takvim yılı içerisinde hem pozitif büyümeyi, hem cari fazlayı eşgüdümlü verebilmek eşsiz bir örnektir.” Siz ülkedeki ekonomik krize rağmen yapılan açıklamadaki mantığa bakar mısınız? Özgüven patlamasından öte gerçekleri görememek bu olsa gerek. Bunu ister kayınpederden çekingenlik olarak görün, ister olacaklara yönelik içgüdü deyin, ister kaygı diye adlandırın. Size kalmış, ama bilinen şu ki; İtibardan tasarruf olmayınca, bedeli ödeyen ağır ödüyor, koltuğunu koruyan her daim koruyor…
Kimse de kalkıp ekonominin başına konuşlandırılan bakana; “82 milyon nüfusun sadece 28 milyon 500 bini çalışıyor” bundan haberin var mı diye sormuyor, soramıyor! O da durmadan “hedefi tutturduk!” diye böbürlenmeye devam ettiğinde hedef tutmuş oluyor! (mu?)
Kendileri görmese de kamu malı yağmalandı, adam kayırma arttı, yandaş zengin edildi, gösterişli harcama ve beton ağırlıklı yatırımlar arttı, aileler yoksullaşırken, saraylar yapıldı, masraflar katlandı. Esnaf kepenk kapatırken uçak- araç filoları zirve yaptı, sadelik unutuldu. Şaşaa, şatafat, debdebe, gösteriş tavan yaptı.
Şimdi sormak zamanıdır! Toplumun büyük bir kesimi yaşam mücadelesi verirken, yapılan aşırı harcamalar ve ölü yatırımlar hayatı doğrudan etkileyen olumsuz etmenler değil midir? Yanlış ve yanlı politikalar sonucu çok ağır bedeller ödenmedi mi, böyle devam ederse bedel ödemeye devam edilmeyecek mi? Yoksa aman sende “işini yürüten kaptan, bal tutan parmak yalar, işinize gelirse” demeye devam mı?
Tüm bunlara halkını düşünen yöneticilerin mutlaka tatmin edici açıklamaları vardır. Adım başı yükselen gökdelenlerden, gösterişli beton bloklardan çevreyi görecek, yapılan açıklamaları duyacak halimiz kalmadığından ben duymamış olabilirim!