Sosyal medya sitesi Youtube geçtiğimiz günlerde bir videoyu beğenmediğinizi gösteren “dislike” butonunun göstergesini kaldıracağını açıkladı. Yani bundan sonra bir videoyu kaç kişinin “beğenmediğini” göremeyeceksiniz. Bu karar doğal olarak kullanıcılar da büyük bir tepkiye yol açtı.
Youtube’a göre kararın sebebi küçük yayıncıları “zorbalıktan” korumaktı. Amansız troll ordularının bu küçük yayıncıları linçe maruz bırakması onların motivasyonunu kırabilirdi.
Tabii işin gerçeği biraz farklı. Youtube küçük yayıncıları bu tarz bir zorbalıktan nasıl koruyacağını düşünüyordu? Böyle amaçları olan art niyetli kişiler “dislike” veremediği videoya daha kötü bir şekilde çirkin yorumlar bırakabilir, yayıncıların canını sıkabilirlerdi.
Biraz üstüne kafa yorunca bu hamlenin asıl sebebini anlıyorsunuz. Önceki yazılarımda son yıllarda sivrilen kültür savaşlarının özellikle eğlence endüstrisinde nasıl yer edindiğini anlatmıştım. Artık her yapım bu savaşta kendine bir taraf seçiyor ve o tarafın destekçileri tarafından internette savunuluyordu.
Mesela ABD’nin pandemi sürecini yöneten doktor Fauci’nin belgeseli çıktığında eleştiri sitelerindeki eleştirmenler tarafından %90’nın üzerinde oy almışken seyircilerden yalnızca %2 oy alabilmişti. Bu 2 aşırı ucun sebebi yapımın kalitesi değil malum kültür savaşında seçilen taraflardı. Fauci merkez liberal Amerikalının sevgilisi bir karakter olduğu için bu demografinin parçası eleştirmenler tarafından seviliyordu.
Bu ilginç denklemi hemen her platformda görmek mümkün. Bunların başında da Youtube geliyor.
Disney’den Warner Bros’a batı dünyasının dev eğlence şirketleri, Gilette’den Nestle’ye tüm dünyada tanınan firmalar reklamlarını bu platforma yüklüyorlar. İnsanlar bu büyük şirketlerin ürünlerinden veya içeriklerinden rahatsız olduklarında tepkilerini dile sadece “dislike” atarak getirebiliyorlardı. Ne de olsa eleştirmenler ya da sosyal medya “fenomenleri” büyük şirketleri karşılarına alacak laflar edemezlerdi.
Bu tepkiler “ufak” ve “zararsız” gözükse bile şirketlere büyük zararlar verebiliyorlardı. Bu bahsedilen basit “dislike” çubuğu Gilette’nin “maskülenliğe savaş açan” reklamı sonrası boykotlara yol açmış, işin sonunda şirket 8 milyar dolar zarara uğramıştı.
Boykotların ötesinde bu tarz bir tepki yatırımcıların kaçmasına da yol açıyordu. Yatırımcılar aracılığıyla finanse edilen yapımların (bilgisayar oyunları ya da diziler gibi) izleyici kitlesinden tepki görmeleri durumunda bazı yatırımcılar zarara uğrayacağını düşünerek ürkebiliyorlardı.
Yani Youtube, dev şirketleri sizin ve benim basit bir tıkımızdan korumak zorundaydı. Öyle de oldu.
Tabii vatandaşın çözümleri tükenmez. Şimdiyse bu tarz videoların altına sadece “Dislike” yazan yorumlar atılıyor. İnsanlar bu yorumu beğenerek “videoyu beğenmediklerini” gösteriyorlar.
Bu tarz eğreti çözümler bir yana, yavaştan internette bir dönemin kapandığına da şahit oluyoruz. Buna bazıları “internetin vahşi batı dönemi” diyor. Korsancılığın rahatça yapıldığı, insanların düşündüklerini dilediğince söyleyebildikleri, sansürün ve engellerin pek olmadığı bir alandan bahsediyorum.
Televizyon dünyasının sahte ve kalıplara sıkışmış halinden bıkanlar internetin sınırsız dünyasında kendini mutlu hissediyordu. Gençler artık milyon dolarlık stüdyolarda çekilen talk Showları değil, bir gencin yatak odasında bozuk kamerasıyla çektiği küfür kalay videoyu izlemeyi tercih ediyorlardı. Youtube’ı çekici kılan da bu serbestlik haliydi.
Tabii çok uzun sürmedi. Özellikle son 1-2 yılda sosyal medya şirketleri internete neşteri vurdular. Özellikle 2020 ABD seçimleriyle başlayan bu süreçte inanılmaz bir değişim yaşandı. Sansür gayet normal ve “halkın iyiliğine” bir şey olarak anlatıldı. Politikacılar ve medyanın da desteğiyle bu düşünce yapısı normalleştirildi.
Başta Youtube olmak üzere içerik üreticileri bir takım kurallara tabi olmaya başladılar. Siyaseten “kabul görmeyen” fikirler, küfürler, bazılarının “aşırı” diye nitelendirebileceği kara mizah gibi içerikler “demonetize” ediliyordu. Yani üreticinin o içerikten para kazanma ihtimali kalmıyordu. Platformda kalıp para kazanmak isteyen içerik üreticileri kendilerini zamanla değiştirdiler. Değişmeyenler ise platformu terk ettiler.
Tabii bu dönemin bir artısı internetin “sakıncalı” alt katlarının nispeten temizlenmesi oldu. Radikal örgütlenmelerden tutun uyuşturucu ticaretine kadar internetin sorunlu kısımları tam olarak bitmese bile epey azalmış oldu.
Zaten bahane de buydu. Tüm bu sansür internetin “daha güvenli” bir yer olması içindi. Yani konu gidiyor geliyor yine güvenlikle özgürlük çelişkisine dayanıyor. Bu dönemde özgürlüğü önceleyenler yenilgi üzerine yenilgi alıyorlar. Çizginin nerede çekileceğini ise kimse bilmiyor.
İşin sonunda İnternette bir dönemin sonuna geliyoruz. Artık dijital dünya da televizyondan pek farklı olmayacak gibi gözüküyor. Uyum sağlayanlar platformda kalabilecekleri gibi sağlamayanlar sosyal sürgüne mahkum olacaklar. Haftaya başka bir yazıda görüşmek dileğiyle, iyi hafta sonları efendim.