Atalay Girgin*
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un ve onun önderliğindeki MEB’in son açılımını ve buna ilişkin “cek” “cak”lı açıklamalarını, sanırım, eğitim camiası içinde duymayan çok az kişi kalmıştır.
MEB ve MEB’e bağlı okullar ve diğer kuruluşlarda yaşanan en temel sorunlara neşter vurma iradesini gösteremeyen ya da daha uygun bir deyişle bu konuda icazet alamayan Ziya Selçuk, imaj makerlık kabilinden, ‘pansuman’ niteliğinde açılım ve açıklamalara girişiyor.
İşte bunun son örneklerinden biri de “İş Garantili Liseler”… Malum medya kalemşorlarının, eğitimle ilgili haberler yapan sitelerin, sormadan sorgulamadan pazarlamaya giriştiği “İş Garantili Liseler Açılacak” açıklaması birçok açıdan sorunlu.
Basında parlatılan, süslenip püslenen bu açıklama, öncelikle meslek liselerini iş garantili ve iş garantisiz liseler olarak ikiye bölüyor. Ve tabiri caizse, malumu bir kez daha ilan ederek diyor ki “Mevcut meslek liselerine giden öğrenciler için iş garantimiz yoktur. Boşuna umutlanmayın! Sizi gözden çıkardık!”
İkincisi bu “iş garantili” denilen liselerden mezun olan herkes işe girecek, işsiz kalmayacak yanılsaması yaratıyor. İnsanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzeninin “işsizlik ve pahalılık illeti” olmadan varlığını sürdürebileceği yanılsamasını körüklüyor. Bir başka deyişle de MEB ve Ziya Selçuk’un kapitalist sömürü düzeninin en temel iki illetinden birisi olan işsizliğe karşı savaş açtığı izlenimi oluşturuyor. Sanki MEB, Ziya Selçuk’un liderliğinde akşamdan sabaha kapitalizme ve işsizliğe karşı mücadelenin kalesine dönüşmüş gibi…
Duy da inanma, derler ya… Tıpkı bunun gibi, “iş garantili liseler”e ilişkin yaratılan, yaratılmak istenen algının hepsi bir yanılsamadan ibarettir. Bugünden söyleyebiliriz ki mostralık kabilinden açılabilecek bu türden okulların işsizliğe etkisi de kısa süreli ve pansuman bir tedbir olmaktan öteye gidemeyecektir. Çünkü varlık koşulları kapitalist sömürü düzenine bağlı olanlar, onunla nefes alıp veren, onunla zenginleşenler, işsizliğe karşı asla toplumsal bir çözüm üretmezler.
Aslında parlatılan bu açıklamanın, söze dökülmeyen ve üstü örtülmek istenen daha temel bir boyutu daha vardır. O da Ziya Selçuk’un “niceliksel başarı hikayesi” olarak nitelediği ve övgüyle söz ettiği 2002’den beri adım adım gerçekleştirilen eğitimin her kademesindeki hem akademik hem de ahlaki değerler anlamında yaşanan çöküntünün, enkaz ve sefaletin ikrarıdır. Milli Eğitim Bakanı da çok iyi biliyor ki bir biat bildirimi olan “16 yıllık süreçte yapılanlara, ortaya çıkan ihtiyaçlar çerçevesinde yeni halkalar eklenecektir” sözüne rağmen bu eğitim politikalarıyla sorunlar bataklığına dönüşen eğitim sistemi can çekişmektedir.
Tam da bu noktada, etkili ve yetkili olan, birilerinden icazet beklemeyen bir kişi, ‘pansuman’ niteliğinde girişim ve açıklamalarla uğraşmaktan çok, bir an önce mevcut sorunlara neşter vurur. Hadi diyelim ki bir anda hepsine gücü yetmiyor. Bu durumda da en azından, “ahlak telakkisi”nden söz eden, “ahlak eğitimin temeli olacak” diyen birisi olarak, okullarda, yurtlarda öğrencilere yapılan cinsel tacizlere karşı ayağa kalkar. Ve sorar…
Ya da birileri sormasa da biz soralım:
- Yurtlardaki, okullardaki öğrencilere yönelik cinsel taciz ve tecavüz olayları ne zamandan beri çoğaldı?
- 2014 yılından bu yana, öncesinde cinsel tacizden ceza aldığı halde okul idareciliğine, müdürlüğüne, il ve ilçe MEM yöneticiliğine, kadrolarına atanan herhangi bir kişi var mı? Varsa bunların sayısı kaçtır? Bunlar hakkında ve koltuklarının ardına saklanarak, sıfat ve statülerine sığınarak bunları önerenler, atayanlar, koruyup kollayanlar hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı?
Bu kadarı yetsin! Daha fazla soruyla birilerinin canını sıkmayalım şimdilik! Ama biline ki daha zor sorular da sırada… Elbette kastımız bakanlığa atanalı bir yılını bile doldurmamış olan Ziya Selçuk’a değil. Ancak MEB’in başında, yetki ve sorumluluk makamında olduğu için bu soruların ve gelecek soruların kaçınılmaz muhatabı da öncelikle kendileridir.
Biliyorum ki Ziya Selçuk’un başı çok kalabalık! İçeride ve dışarıda çok sorun var. Mevcut sorunları çözebilmesi mümkün olmadığı gibi, yenilerinin üst üste gelmesine, her birinin bir diğerine eklenmesine de engel olamıyor. Örneğin; daha halef adayının birinden kurtulmadan yenisinin adı telaffuz ediliyor. Fotoğraf kareleriyle kendisine mesajlar gönderiliyor. Tabiri caizse “aba altından sopa” gösteriliyor ve “Ayağını denk al. Bizim adamlarımıza bulaşma!” deniliyor. Ve mesaj kısa zamanda muhatabınca algılanıyor. İşte MEB’in ve eğitim sisteminin encamı!
Dolayısıyla bu koşullar altında, ne yazık ki geleceğe dönük imaj makerlık açıklama ve ‘pansuman’ kabilinden girişimlerle, kendisine verilen “üç talimat”a ilişkin sözlerle zevahiri kurtarmaya çalışıyor Ziya Selçuk.
Peki; “Çocuk, insanlığın öz yurdu, vicdanıdır” demesine rağmen, 48 aylık çocukları bile Diyanet ve Cemaatlerin elinden kurtaramayan, onların körpecik zihinlerinin örselenmesine engel olamayn birisi, bu oyun içinde oyun tezgâhlanan MEB sahnesinde, günü kurtarsa da zevahiri kurtarabilir mi?
Hadi diyelim ki bir o yana bir bu yana yalpa vuran, kendisinden istenenleri yapan kararlarla günü kurtardı. Bu durumda onca birikimine ve entelektüel kapasitesine rağmen kendisi olarak kalabilir mi insan? Yoksa artık, “Ben benden geçtim” makamında mı sazlar?
İşte hal böyleyken sormak gerekmez mi? “Ahlak telakkisi” ne yana düşer usta… İnsan ne yana...
* Felsefenin Işığında / Felsefece http://atalaygirgin.blogspot.com