Bundan yaklaşık 2 sene evvel, Karar Gazetesi’nde “Akşener’in Merkeze Yaptığı Hamle” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. Bu yazı, İYİ Parti Kurultayı’nın hemen akabinde yazılmıştı ve yeni dönemde Meral Akşener’in merkez sağ çizgide bir politika izleyeceğinin işaretlerini verdiğini söylemiştim. Bunu iddia ederken, Akşener’in Anadolu şehirlerine giderek halkın dertlerini dinlemesine, partinin kuruluşunda yer alan ulusalcı figürlerin partiden ayrılmasına, parti söyleminin kendisini sürekli olarak izah eden, milli güvenlik açısından mahsurlu olmadığını anlatmaya çalışan tedirgin psikolojiden kurtulmasına ve halkın somut sorunlarını gündeme getirmesine güveniyordum. Zira kuruluşundan itibaren sürekli olarak hükumet kanadından gelen ithamlara karşı kendisinin makbul olduğunu ispatlama telaşı içinde olan Akşener, bu stresten AKP ve MHP liderlerinin İYİ Parti’yi Cumhur İttifakı’na davet etmesiyle kurtulmuştu. Bu teklif, onu sürekli olarak milli güvenlik meselelerinden bahsetmeye zorlayan tehditlerden ve siyaseti bu dille yapan partililere muhtaç olmaktan kurtarmıştı. Elinin tersiyle ittiği bu teklif ile Akşener, hem muhalif cephedeki prestijini arttırdı hem de daha yaratıcı bir politika geliştirme imkanı buldu. Böylece, ekonomi, sosyal politika, eğitim ve dış politika gibi konularda özgün politikalar önerebildi ve yeni toplum kesimlerinin dikkatini çekmeyi başardı.
Denebilir ki, o tarihten itibaren Akşener merkez sağ imajını adım adım güçlendirdi. Mesela, Gare operasyonundan sonra oluşan hamasi dalgaya teslim olmadı ve operasyonun başarısızlığının hesabını sorabildi. HDP seçmenine hakaret eden AKPli siyasetçileri sert bir dille eleştirdi. Kanal İstanbul projesine karşı “tiksindirici borç” argümanının geliştirdi. Rusya’nın Ukrayna işgalini, Avrupa ruhunu ihmal etmeden kınadı ve Gezi Parkı davasında net bir tavır alarak istibdata karşı cephe açtı. Ömer’in Yolu kampanyasını ve bu kampanya süresince yaşanan birkaç aylık fetret devrini (aslında bu bir sapmaydı) hariç tutarsak, son 2 yıldır sürekli olarak oyunu arttıran bir İYİ Parti var. Birçok yorumcu, İYİ Parti’nin merkez sağ alanda konumlanmak istediğini kabul ediyor ve Türk siyasetinde yaklaşık 20 senedir unutulmuş olan bir ruhun yeniden geri döndüğü kanaatinde.
Ne var ki, İYİ Parti’nin bu yükselişi siyasetin genel psikolojisini tahmin edilmeyen şekilde değiştirdi. Zira uzun yıllardır muhalefeti temsil eden Cumhuriyet Halk Partisi idi. Öyle ki, muhalif olmak CHP’li olmakla özdeşleştirildi. Hatta muhalefetin kaderini, dolayısıyla hükumetin kaderini, CHP’nin politikası belirliyordu. Mesela CHP’nin kendi içindeki dönüşümü, muhalefetin diğer aktörlerinin de birbirleriyle olan ilişkisini etkiliyordu. Dolayısıyla, İYİ Parti’nin yükselişi, CHP ile karakterize edilen muhalefetin yeni bir aktörün etkisi altına girmesi anlamına geliyor.
Aslında bu beklenmedik bir yükseliş. Daha doğrusu, AKP güç kaybederken muhalefet partilerinin yükselişi bekleniyordu ancak bunu İYİ Parti’nin başarabileceği pek tahmin edilemiyordu. Özellikle AKP’den kopan Deva ve Gelecek partilerinin memnuniyetsiz muhafazakarların oyunu cezbedeceği tahmin ediliyordu. Yani beklenen, İYİ Parti’nin milliyetçi muhalefeti bünyesinde barındıran ve yüzde 10’dan daha fazla oy alamayacak bir parti olarak yerini muhafaza etmesi, AKP’den kaçan oyların ise Babacan ve Davutoğlu liderliğindeki partilere akmasıydı. Ancak bunun ezbere bir okuma olduğu artık ortaya çıkmış durumda. Deva ve Gelecek partileri umulan patlamayı gerçekleştiremediler. Bununla birlikte İYİ Parti, sadece kurumsal devlet ve medeni toplum prensiplerinden bahsederek, halkla yakın temas kurarak ve teknokratlarına hazırlattığı projeleri paylaşarak oyunu arttırabildi. Muhafazakarların oyunu almak için mukaddesatçı söylemlere yönelmeyi salık veren yüzeysel “Ömer’in Yolu” kampanyasının kısa zamanda kaydettiği başarısızlıktan hemen ders çıkartan Akşener, 2022 yılının Şubat ayıyla birlikte Batılı, Avrasyacılığa cephe alan, kadın haklarını savunan, sivil bir cumhuriyetçiliği çağıran, Gezi’ye sahip çıkan ve ekonomiyi asla odağından kaçırmayan yaklaşımla birlikte önce muhalefetteki kararsız seçmeni kendisine çekmeyi başardı, ardından da kararsız sağ seçmene göz kırpmaya başladı. Ömer’in ayartamadığı sağ seçmeni iktidar olmaya aday, giderek güçlenen ve kazanmaya yakın bir sağ parti elbette ki daha hızlı çekebilir. Böylece İYİ Parti, sistemdeki en güçlü siyasi parti olabilir.
Bu durumun AKP- MHP ittifakı kadar, CHP’yi de tedirgin edebileceği gizli gizli konuşuluyor. Bu aslında gayet normal bir durum çünkü siyasi partiler yardım vakfı değiller. Her ne kadar başkanlık sistemi çift kutuplu bir yapı yaratmış ve partileri birbirleriyle ittifak yapmaya zorlamış olsa da bu durum partiler arası rekabetin sona erdiği anlamına gelmiyor. Kendi aralarında değişen güç dengesi, ittifakın geleceği konusunda hangi partinin daha belirleyici olacağını da belirleyecektir. Dolayısıyla, şu ana kadar CHP ve İYİ Parti arasında hiyerarşik olmasa bile asimetrik ilerleyen ilişkiler değişebilir.
Ancak bu durum illa ki ittifakın bozulacağı anlamına gelmez çünkü mevcut çift kutuplu siyasi yapı aktörlerin bağımsız hareket etmesine pek izin verecek nitelikte değil. Yani ittifaktan ayrılan parti, muhtemelen halk tarafından Erdoğan’ı mağlup etme şansını heba ettiği için suçlanacak ve olası bir başarısızlıktan sorumlu tutulacaktır. Bununla birlikte, ayrılan partiye gevşek bağlarla bağlı olan seçmen ise ittifakta kalan partiye meyledecek, bu parti üzerinden hükumeti dengelemeye çalışacaktır. Bu yüzden, İYİ Parti’nin yükselişi bir rahatsızlık yaratsa da bunu ittifakı bozabilecek bir gelişme olarak değerlendirmemek gerekir. Neticede partiler arası geçiş yapan oylar muhalefet ittifakında kalır ve iktidar karşısındaki cephe gücünü yitirmez.
Öte yandan bu mecburiyet, Millet İttifakı içinde değişen güç dengelerini yok sayarak hareket etmeyi de meşrulaştırmaz. Kitabın ortasından konuşmak gerekirse, partilerin birbirine dayatma yapması ve diğer partiyi kendi seçmeni nezdinde zor duruma düşürecek kararlara mecbur kılması iki farklı sonuca yol açabilir. İlk ihtimal, seçmenin iradesinin yok sayıldığını hissettiği anda, elitlerin kendi aralarında yaptıkları mutabakata tepki vermesi ve sandığa gitmemesidir. Bu muhtemelen örgütsüz bir tepki olacaktır ancak birçok insanın aynı anda aynı duyguya kapılması ve benzer tepkiler vermesi gayet mümkündür. İkinci ihtimal ise, tabandan gelen baskının liderlerden birini ittifakı bozmaya itmesidir. Özellikle Cumhurbaşkanı adayının kim olacağının tartışıldığı şu günlerde, bir dayatmanın yaşanması her iki ihtimali de tetikleyebilir. Gösterilecek aday karşısında heyecanlanmayan insanlar toplu halde sandığa gitmemeye karar verebilirler. Bu noktada, muhalefet seçmenindeki Erdoğan karşıtlığına güvenilmesi ve insanların paşa paşa gidip oy vereceğinin varsayılması ise büyük bir yanılgı olur. Zira muhalif seçmen yekpare bir karaktere sahip değildir. Özellikle önümüzdeki seçimde, bir dönem AKP’ye oy vermiş olan birçok seçmenin muhalefet saflarına katılacağı düşünülürse ve muhalefetin çok parçalı karakteri dikkate alınırsa iradesinin çiğnendiğini hisseden seçmenler sandığa gitmemeyi bir protesto yöntemine dönüştürebilir.
İkinci ihtimal ise, Erdoğan’ın popülaritesinin iyice düşmeye başladığı hissedilirse pek ala ortaya çıkabilir. Karşısında önceki seçimde yüzde 52 oy almış korkutucu bir aday yerine, desteğini kaybetmiş ve maksimum yüzde 30 oy alabilecek bir Erdoğan gören muhalefet lideri, ortağının kendisine yaptığı dayatmayı aday olarak kırabilir. Seçimlerin ikinci tura kalmasına sebep olacak bu hamle, dayatmayı reddeden adayın ikinci turda daha güçlü bir şekilde masaya oturmasına sebep olabilir. Şu durumda, CHP’den İYİ Parti’ye yapılacak bir dayatma, çoklu aday ile gidilecek bir seçimi beraberinde getirebilir. Özellikle Akşener’e karşı yükselen ilgi Erdoğan’ın zayıflamasıyla birleşince, Kılıçdaroğlu’nun yapacağı dayatma bu sonucu üretebilir. Hatta umulmadık bir şekilde Akşener ile Kılıçdaroğlu arasında ikinci tura kalmak için başabaş, çetin bir rekabet yaşanabilir.
Son yerel seçimler, İYİ Parti ve CHP arasındaki sinerjinin, yeteri kadar pragmatik davranılması durumunda başarılı sonuçlar verdiğini gösterdi. Ortak aday üzerinde uzlaşan ve kenetlenen muhalefet hem kampanya sürecini başarılı şekilde yürüttüler hem de sandık güvenliğini sağlamayı başardılar. Bütün bunlar, tarafların birbirleriyle müzakere etmesi ve uzlaşması sonucu mümkün olabildi. Dolayısıyla, seçmenin beklediği, partilerin benzer bir sürece girmesi ve içine sinerek karşısına oy verebileceği bir aday çıkartmasıdır. Çoklu aday ile seçime gitmenin AKP hükumetine vereceği moral bir tarafa, muhalefet partilerinin birbirleriyle rekabet etmeleri yani enerjilerini birbirlerine karşı tüketmeleri anlamına gelecektir. Bunun da muhalefet için hayırlı bir tarafı elbette ki yoktur.