Dün sağlık çalışanları yürüdü. Coplandı, gazlandı ama yürüdü. “Yasımıza ve öfkemize engel olmayın” dediler ve bütün engelleri aşarak yürüdüler. Örneğin Çapa’dan çıkan doktorların korteji İl Sağlık Müdürlüğü’ne gelinceye kadar tam 5 kez barikat aştılar.
Zira önceki gün ülkenin “okumuş kesimleri” bir kez daha canını yitirdi. Önce Konya’da Dr. Ekrem Karakaya ve aynı saatlerde İstanbul’da Avukat Servet Bakırtaş ve müvekkili Öznur Tufan öldürüldü. Adalet arayanlar, Adliyelerde arkadaşlarını andı. Sağlıkçılar ve sokakta adaleti aradı. Eğer yürüyüşleri takip ettiyseniz siz de fark etmişsinizdir. Çok ilginç bir hadise yaşandı.
Sağlıkçıların yürüyüşüne engel olmak için emir alan ve sağlıkçıları gazla yürüyüşten caydırmaya çalışan polis memurlarından biri gazdan fenalaşınca, onu tedavi etmek yine yürüyüşteki doktorlara düştü. Polis kurtarıldı, tedavi edildi ve gaz ve copla dayak yemeye kaldıkları yerden devam ettiler.
“Beyaz Kod”un utancı
Geçmişte özenilen, hayali kurulan, saygı duyulan iki mesleğin erbabı aynı kaderi paylaştı. Peki ne oldu da “okumuş kesimi” namluların, bıçak ve sopaların hedefi oldu? Örneğin sağlık çalışanlarına yapılan saldırı bir önceki yıla oranla yüzde 150 artmıştı. Bir sağlık çalışanına yapılan saldırı Sağlık Bakanlığı’na “beyaz kod” olarak bildiriliyordu.
Türk Tabipler Birliği verilerine göre 2020'deki “beyaz kod” sayısı 11 bin 942 iken, 2021 yılında 29 bin 826'ya yükseldi. Bu rakamı 365 güne böldüğünüzde her gün ortalama 82 defa sağlık çalışanlarına şiddet uygulandığı ya da bu tür bir girişimde bulunulduğu anlaşılıyor.
Yani o covid günlerinde alkışlanan, uğruna “kamu spotu” çekilen sağlık çalışanları için yaşam hiç de o propaganda filmlerdeki gibi güllük gülistanlık değildi. Son 17 yılda tam 12 doktor bu saldırılar sonucu hayatını yitirmişti. Dr. Ekrem Karakaya’nın katledilmesi bardağı taşırdı. Ancak sağlık çalışanlarını “ötekileştiren” zihniyetin ürünüdür ki Kon TV’deki “meslektaşımız” (!) arkadaşlarının katledilmesine öfkelenen Konya’daki sağlık çalışanlarını, ölüm hadisesinden birkaç saat sonra “provokatör” olarak tanımlayabiliyordu.
Yani yaşanan katliamdan çok, devleti temsil eden Vali ve İl Sağlık Müdürü’nün “hastanelere silah sokulmasına neden olduğu” iddia edilen ihmalkarlıklarının protestosu devletin bekası açısından daha ciddiye alınmalıydı.
Cehalete övgü
Bu garabet aslında “okumuşlar”a duyulan öfke ve ayrıştırmanın bir mahsulüydü. Zira “okumuş” kesime duyulan şüpheyi en iyi ifade edenin de bir “okumuş” (!) olmasını nasıl izah edebiliriz ki? Bakın Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı olduğu dönemde bir televizyon söyleşisinde Prof. Dr. Bülent Arı cahilleri “okumuşlara” tercihinin sebebini nasıl anlatıyordu:
Okuma oranı arttıkça “afakanlar basan” ve memleketi cahillerin “fesaresetine” emanet eden bu “profesör” açıklaması sonrasında çalıştığı üniversitedeki görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Öyle ya, cahillik bu kadar makbulse neden öğrenciler o üniversiteye yüz binlerce lira ödeyip okusun ki!
Sonra ne mi oldu? “Cahilliğe övgü” tabii ki ödüllendirildi ve bu zat YÖK Denetleme Kurulu görevine terfi etti. Peki bu vurguyu ondan önce yapan var mıydı? Hitler Kavgam Kitabı’nda “okumuş”ları şöyle anlatıyordu:
“Bizde,"fikri muhitler" kapalı ve taş gibi kalmışlardır. Bundan dolayı aşağı sınıflarla bağlantıları yoktur. Sonra bu çevreleri meydana getirenler, halk topluluklarına can ve hareket veren fikir ve hislere tamamen yabancı kalmışlardır. Bundan dolayı, artık halkın psikolojisini anlayamazlar. Halka karşı tamamen yabancı kalırlar. Fikri cephesi yüksek olan bu sınıflarda, gerekli olan irade kuvveti de yoktur.”
Ne kadar tanıdık değil mi?
Peki bu öfke ve “ötekileştirmenin” nedeni ne olabilirdi? Bunu da dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın bir televizyon söyleşisindeki “samimi ikrarında” görebiliriz. Bakan AKP’nin “okumuşlardan” daha az oy aldığını şöyle itiraf ediyordu:
Sözün özü Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın şu sözlerinde saklıydı:
“İktidarın toplumu bölen, düşmanlaştıran ve farklılıkları "öteki" kılan söylemi, şiddeti barındırıyor. Toplum da bu şiddet dilinden etkileniyor."
Önce bu dili değiştirmek ve aydın düşmanlığından kurtulmak gerekiyor. Yani “siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek” diyen bir zihniyete, bu işin gaz ve coptan geçmediğini ancak yine meydanlarda hatırlatmak gerekiyor.