4 K’lı başlık bence havalı oldu! Sizce? Hele de Anneler Günü’ne çeyrek kala…
Geçenlerde çağrıldığım bir televizyon programında sunucu; “kadın hakları savunucusu” diye söz edince; “öyle miyim, değil miyim?” diye bir an için kendime sordum. Sonra da kendimi bildim bileli kadın sorunlarını yazdığımı, anlattığımı, kitaplara- makalelere, yurt içi yurtdışı konuşmalara döktüğümü hatırlayıp rahatladım! Yanıt bu olunca niye yazmayalım ki?
Yazmıştım, yineliyorum! Her şeyin erkeklere ait ve onlara emanet edildiği ülkemizde, “kadın eve, erkek işe” sözünün baştacı edildiği günümüzde, kültürel kodların erkek lehine işlediği memleketimizde ne kadar çabalasam da onlardan, yani kadınlardan, yani bizden ve bize dayatılanlardan söz açmadan olmuyor…
Bu konu; toplumsal bir yaraya parmak bastığı için, beni çektiği için, durumdan vazife çıkardığım için, sorunların ayırdında olduğum için, bu sorunu sonsuz ve sonrasız bir çaba olarak gördüğüm için, hesap veren, hesabı tutulan, daha çok hesabı sorulan biz olduğumuz için yazıyor olabilir miyim?
Ya da bu konu; Zorlu yaşam koşullarında yarım ve yalnız bırakıldığımız, kaderimizi ve kederimizi sessiz ve sitemsiz yaşadığımız, yükümüzü pek de paylaşamadığımız için dile getiriliyor olabilir mi?
Son zamanlarda kadınlar ortak söylem olarak; “Her şey çok pahalı, geçinmeye gücümüz kalmadı. Hayatta kalabilmek ve yaşayabilmek için mücadele ediyoruz ama ne sesimizi duyan var, ne de dikkate alan” diyorlar. Amaç bu çığlıkları duyurmak için olabilir mi?
Eş olan, evlat olan, anne olan, iş insanı olan kadınlar; “Milli gelir küçülürken çok etkilendik, firmalar birbiri ardına iflas ederken işsiz ve aşsız kaldık, şirketler batarken eşlerimiz- kardeşlerimiz işsiz, çocuklarımız geleceksiz kalınca yıkıldık. Kısaca üç şeyle boğuşuyoruz; Şiddet, işsizlik, eğitimsizlik!”diyorlar. Bu feryatları duyurmak için olabilir mi?
Bu konuda vekillikten bakanlığa, genel başkanlıktan başbakanlığa, TBMM başkanlığından her daim belediye başkanlığına aday gösterilenlerin, eşi üzerinden yaptığı açıklamalar dikkate alındığında kasdedilenin ne olduğunun, neyi amaçladığının, neyi işaret ettiğinin altını çizmek olabilir mi?
Son derece doğal olan yürüyüşler engelleniyorsa, ortama şiddet dili egemen oluyorsa, kadınlar, yaşadıklarını, özlemlerini, beklentilerini, sıkıntılarını, düşüncelerini, çektiklerini, biriktirdiklerini nasıl ve nerede dile getirecekler? Ha istenen şu mudur? Atasözlerini iyi okuyun, anlamak yetmez ezber yapın! Örneğin; “Büyüyünce adam olacağız. Adam gibi oturup kalkacağız. Erkek sözü vereceğiz. Adam akıllı kararlar alacağız” gibi özlü sözlere bakın, kadınca vurgu olmadığını kafanıza yazın! Acep diyorum bize dolaylı olarak doğru eve mi deniliyor? Onu bilelim de!
Kadın yaşamının kendine özgü ritmi, akışı, duyarlılık alanları vardır doğru. Çaresizlik onun yapısında pek olmasa da, dermansız tüm dertler gelir onun kapısını bulup çalar ve bazen çaresiz kılar doğru. Yine kadın kaderini çizen kalem erkekten yana torpil ve iltimas yapar ki o da doğru. Kendi hikayesi olan, derdi olan, beklentileri, umutları olan, eş- anne- evlat -kardeş olmadan önce ve öte kendi olan ve yeteneğinden sual edilemeyecek kadınların başı bugünlerde de kendi sıkıntıları yetmiyormuş gibi TÜİK’in açıkladığı verilerle dertteyse! (En doğrusu budur) Çocukları ve onların geleceği söz konusu iken nasıl mutsuz olmasın ki?
Efendim TÜİK diyor ki; Gençlerde işsizlik yüzde 25 civarında. 4 gençten biri işsiz. Üniversiteler işsiz mezun ediyor, kadın işsizliği yüzde 15.4’e yükseldi. Tarihi rekora doğru koşuyoruz. Ülkemizdeki işsizlik sayısı 143 ülkenin nüfusundan fazla. Her ne kadar yetkilililer “büyüdük” diyorsa, bakan “hedefi tutturduk” şeklinde açıklama yapıyorsa, damat bakan “en kötüsü geride kaldı!” diye böbürleniyorsa da görünen köy kılavuz istemiyor. Üretim yok ki istihdam olsun!
Her ne kadar bizi yönetenler her kademede; “yok hükmünde, bizim açımızdan değersiz, kabul edilebilir gibi değil” gibi açıklamalar yapsalar da, TÜİK’in açıklamaları bizim için var hükmündedir!
Biz kadınlar; mutfaktaki yangın, aşsız ev, işsiz eş, umutsuz çocuklar, kaygılı analar babalar gözümüzün önünde iken olup bitene kayıtsız kalabilir miyiz, “bana ne?” diyebilir miyiz, gerçekleri görmezden gelebilir miyiz, “yok hükmünde!” deyip işin içinden sıyrılıp çıkabilir miyiz? Ayrıştırma, kamplaştırma, düşmanlaştırma karşısında önce korkan, sonra sinen, sonra da sıkılan ve bıkan çocuklarımızın gitme planlarına “hayır” diyebilir miyiz? Çocuklarımıza örnek olmak isterken; Nerede durduğunuzun, ne yaptığınızın ya da yapmadığınızın, ne söylediğinizin ya da söylemediğinizin, kimlerle yürüdüğünüzün ya da yürümediğinizin bizim için hiçbir önemi yok, siz susun ve bekleyin diyebilir miyiz?
Sık sık hatırlar ve hatırlatırım! Yazı ve konuşmalarda son sözü hep birileri söyler ve ona karne notu verilir ya! Bugünkü yazıyı ülkenin en önemli kadının sözleriyle bitirelim! Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın düzenlediği toplantıda ödül verilen Emine Hanım; “Kadın ruhu baştan aşağı enerji, fikriyatı ise tabii kaynaktır. Kız çocuklarının zihinlerine barikatlar yerleştirmeyelim!” demiş.
Emine Hanım’ın konuşması; Haftanın anlam ve önemine, bakanlığın açılımına çok uygun da! Da’sı şu; kız çocuklarının kulaklarına barikatlar yerine tarikatlar yerleşeli çok oldu! Kadınlarımız ve kızlarımız yaşama tutunmak için çabalarken, arzularını, hayallerini eril tahakküm yüzünden gerçekleştiremezken, önlerine hep ket vuran darbeler çıkarken, sık sık “üç yetmez, beş çocuk” barikatı dayatılırken! Enerji de fikriyatta çok zor da o bakımdan yani…
Not: Yazı günüm Cuma, “Anneler Günü” Pazar. Bu yazıyla erken kutlasam olur mu?