Gezi davası tutukluları birkaç gün sonra hapishanedeki 100. günlerini dolduracaklar. Adalet ve hukukun ayaklar altında çiğnendiği, kanunların hiçe sayıldığı bir “yargılama” sonucu içerdeler. Beklediğimiz üzere, çoğu zaman dışardakilere moral ve umut veriyorlar. Ziyaret edebilenlerden haberlerini, selamlarını alıyoruz. Burada olduğu gibi pek çok yayın organında seslerini duyuruyorlar. [i] [ii][iii]
Gezi Parkı nasıl park olarak kaldıysa, uğruna hapis yatanlar da özgür kalacak. Belki hep birlikte Gezi’nin ağaçlarının serin gölgesinde demli bir çay içeceğiz.
Zaman akıyor, üzerinden dokuz yıl geçti. Gezi Parkı, İstanbul’da Taksim Meydanı’nın bitişiğinde bir park. Ama dokuz yıldan beri memleketin her karışında “Gezi” var, bir de “Geziciler”… “Gezici” olmak iktidar sahipleri ve destekçilerinin nefret ve karalama sıfatı olarak kullandıkları, kendini “Gezici” olarak görenlerin ise gururla taşıdıkları gayri resmi kimlik kartı.
Gezi Parkı tarihi bir mekândı; 2013 yılında ise milyonların katıldığı, sekiz gencimizi yitirdiğimiz, yüzlerce insanımızın yaralandığı bir mücadeleyle tarihselleşti. Dokuz yıldan beri anılmadığı gün yok. Gezi Parkı’nı koruma, gençlerin katledilmesinin sorumlularının yargılanması mücadelesine, hukuksuz bir biçimde hapiste olanların özgürlüklerine kavuşması mücadelesi eklendi. Tarihilik ve tarihsellikten bahsetmişken biraz geçmişe uzanalım.
Son yıllarda çokça anlatılan popüler rivayete göre, Kanuni Sultan Süleyman Macaristan Seferi’nde Buda’yı alınca, Almanlar padişahı zehirlemek ister. Padişahın aşçısı Manuk Karaseferyan, bu suikast planını ortaya çıkartır. Kanuni bunun üzerine aşçısını mükâfatlandırmak ister. Manuk Karaseferyan’ın tek talebi, Ermeniler için bir mezarlıktır. Bunun üzerine Taksim’den Harbiye’ye kadar uzanan ve bugünkü Gezi parkının da bir bölümünü içine alan arazi Ermenilere verilir. Bu arada 1560’da İstanbul’da büyük bir veba salgını vardır ve Ermeni Cemaati ölenleri o zaman İstanbul’un dışında kalan bu mezarlığa gömerler. 1865’teki büyük kolera salgınından sonra ise mezarlığa cenaze kabul edilmemeye başlar, burası artık şehrin merkezidir. Yine bu bölgede Ayazpaşa Mezarlığı olarak bilinen büyük bir Müslüman Mezarlığı olduğu çeşitli kaynaklarda karşımıza çıkmaktadır.
Abdülaziz döneminde İstanbul Şehreminisi, yani bugünkü anlamda belediye başkanı, mezarlık arazisini orduya tahsis etmek ister ama padişah buna karşı çıkar.
Taksim Gezisi’nin olduğu alana kışla, 1803’te yapılmaya başlar, 1806’da biter. Mimarı ise Krikor Balyan’dır. 1. Topçu Alayı bu kışlayı kullanır. Top talimlerinin yapıldığı geniş arazi adından da anlaşılacağı üzere Talimhane’dir. Talimhane, cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’un en gözde semtlerinden birisidir. O dönemin mimarisiyle yapılmış apartmanların yerlerini artık büyük oranda turistik oteller aldı.
Topçu Kışlası 31 Mart gerici ayaklanmasında isyancıların karargâhıdır. Hareket ordusu kışlayı top atışlarına tutar, kışla kullanılmaz hale gelir. Aslında kışla cumhuriyet öncesinde terkedilmiştir ama özellikle AKP döneminde “Osmanlı mirası” cumhuriyetle yok edilmiş havası estirildi.
Ağır ekonomik buhranın sonucu olarak kışla, 1912’de Fransız bankasına satılır. İşgal yıllarında kışlayı, Fransız Ordusu’na bağlı Senegalli askerler kullanır. İlerleyen yıllarda kışlanın geniş arazisinde maçlar yapılmaya başlar, kışlanın kalıntıları üzerine seyirci tribünleri inşa edilir. 1921 yılından sonra burası sekiz bin izleyici alan Taksim Stadı’dır. 1938’e kadar futbol maçları, pek çok spor etkinliği, resmi bayram kutlamaları burada yapılır.
Taksim Meydanı’nın çehresi cumhuriyetin ilk yıllarında hızla değişmeye başlamış, Cumhuriyet Anıtı meydanda yerini almıştır. 1940’ta, Lütfi Kırdar’ın belediye başkanlığı döneminde, kışlanın bütün kalıntıları ortadan kaldırılır.
Aslında Gezi Parkı, 30’ların sonlarına doğru çizilen iki nazım planına göre belirlenen iki alanın ikincisinin içinde yer alıyormuş. Birinci plan, İstanbul’un surlar içindeki tarihi alanını düzlenmeye dönükmüş, ama hayata geçirilememiş. İkinci plan ise, Dolmabahçe’nin üst tarafındaki sırtlardan başlayarak Taksim Meydanı’na kadar uzanır. Planın tasarımcısı Henri Prost’tur. Dönemin zorlu ekonomik koşullarına ayak uydurularak, “sınırlı bir bütçeyle ağaçlarıyla, çiçekleriyle, oturma alanlarıyla halkın rağbet gösterdiği bir alan” yapılır. Gezi Parkı’ndan çok önce, daha sonra yerine otel yapılan bölgeye İngiliz usulü bir park yapılmış ve uzun süre kullanılmış. Bunun dışında bu bölgede çeşitli gazinolar, kahvehaneler de mevcutmuş. 1940’ta bu gazinolardan birinin yerine Taksim Belediye Gazinosu inşa edilmiş ve uzun süre İstanbul’un sosyal hayatında önemli bir yer teşkil etmiş. Bu dönem Harbiye’de bir çocuk parkı yapılmış ve arada kalan bölgeye binlerce ağaç dikilmiş.
Daha sonra Harbiye Açık Hava Tiyatrosu ve Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı bu plan dahilinde inşa edilmiştir. Aynı zamanda bu yıllarda Dolmabahçe, Harbiye, Taksim arasındaki bu bölgede onlarca gazino, sergi salonu açılmış, Muhsin Ertuğrul Sahnesi bu gazinolardan birinin dönüştürülmesiyle yapılmıştır.
Taksim Gezisi’nin adı aslında İnönü Gezisi’dir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün at üstündeki bir heykeli parka dikilmek için tasarlanır, kaidesi Taksim tarafındaki girişe yerleştirilir. Heykelin koyulması ise bir türlü mümkün olmaz. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince de depoya kaldırılır. En nihayet parktaki kaide de söktürülür ve heykel Maçka’daki Taşlık Parkı’na dikilir.
İstanbul’un ciğerleri diyebileceğimiz bu büyük alan bir süre sonra bölünmeye başlar. 1953 yılında Hilton açılır. Hemen öncesinde açılan orduevi, radyo evi, itfaiye binaları ile park bütünlüğü ortadan kalkar. 70’li yıllarda aynı bölgeye iki büyük otel daha dikilir. Bütün bu yapılar yıllar içinde kapladıkları alanları da sürekli genişletir, park yavaş yavaş bugünkü haline doğru küçülür. Taksim Meydanı’nın güney kısmında yapılan The Marmara Oteli bölgedeki otelleştirme sürecinin başka bir büyük adımıdır ve etrafta yapılan başkaca otellerle yapılaşma sürer.
Taksim Meydanı’na dönük müdahaleler ilerleyen yıllarda sürekli devam eder. Bedrettin Dalan zamanında gerçekleştirilen Tarlabaşı yıkımları meydanın işlevinin değişmesinin bir başka adımı olur.
Gezi’nin Talimhane’ye bakan tarafında ise kot farkından faydalanılarak dükkânlar, kafeler ve bir sanat galerisi inşa edilmiştir. Bunların hemen üstüne de Beyoğlu Evlendirme Dairesi, düğün salonu olarak da kullanılan bir gazino yapılır. Park, 1991-92 yıllarında tekrar düzenlenir, ortasına fıskiyeli büyük bir havuz inşa edilir.
90’ların sonunda Gezi Parkı, Taksim Meydanı’nın kenarında, kendisini gizlercesine, gözlerden ırak durmaya çalışarak, sanki kendisini korumaya çalışmaktadır. Yıllar içinde sağından solundan budanarak küçülmüştür ama yine de bilenlerin, yolu geçenlerin uğrak mekanı olarak kalmıştır.
2000’li yılların ortasında başlayan Taksim meydanını 1 Mayıs alanı olarak tekrar kazanma mücadelelerine şahit olmuştur. Tıpkı 77 katliamına, bu yıllarda meydanı dolduran yüzbinlere, 90’lı yıllarda canı pahasına Taksim’i kazanmak için verilen mücadelelere şahit olduğu gibi. En nihayetinde 2010 yılında meydanı kazanan yüzbinler ağaçlarının gölgesinde serinlemiştir.
2013 Ocak ayında, Beyoğlu Evlendirme Dairesi, çalışanlarının bile o an haberi olduğu baskın bir taşımayla tahliye edilir. Eski avizeleri, kırmızı halıları, dekoru ve kalın işlemeli perdeleriyle artık yerinde değildir.
İktidar, İstanbul 6’ncı İdare Mahkemesi ve 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı olduğu halde, “Taksim’i Yayalaştırma Projesi” kapsamında, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nı dikmek istemektedir.
Bu kapsamda şehir plancılarının, mimarların karşı çıktığı bir alt geçit, doğru olmayan bir şekilde yapılmış, açılır açılmaz da ölümlü bir trafik kazasına neden olmuştur. Daha sonra Taksim Meydanı araç geçişine kapanmış, meydandaki otobüs durakları taşınmıştır. Gezi Parkı’nın meydana bakan kısmı ise polis otobüsleri tarafından zapt edilmiştir.
Bu işler olurken memleketin durumdan pek haberi yoktur. Bir avuç insan dışında! Bir avuç insan, 2011 yılındaki “yayalaştırma” kararının ardından gözünü, kulağını bu yöne çevirmiştir. “Betonlaştırma, insansızlaştırma, kimliksizleştirme” projesine karşı “Taksim Dayanışması” pankartı arkasında duran az sayıdaki insan, 6 Haziran 2012 de Gezi parkında bu projeye karşı bütün ülkeyi uyandırmaya çalışıyordu. Dayanışma, 2 Mart 2013’te parkın yıkımına karşı Taksim Metro İstasyonu çıkışında imza kampanyası düzenlemeye başladı. Atılan her adım kamuoyuyla bütün ayrıntısıyla paylaşılıyordu. Bir yandan yıkıma karşı hukuksal mücadele sürdürülüyor, diğer yandan bütün kamuoyu bilgilendirilmeye çalışılıyordu. Meslek odaları, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin sürece aktif şekilde katılması için çalışılıyordu. Sermayenin rant projeleri için değil; kentler, doğa ve halk için mesleğini icra eden mimarlar, şehir plancıları, mühendisler, avukatlar, hekimler ve yurttaşlar, Gezi Parkı katledilmesin diye mücadele ediyorlardı.
Evet, en baştan beri aklıyla, vicdanıyla, mesleki birikimiyle ve bedeniyle kendini ortaya koymuş Mücella Yapıcı vardı. Aynı şekilde Can Atalay, Tayfun Kahraman ve daha birçok kişi…
Bu dönüşümün siyasal anlamı başlı başına bir tartışma konusu. İktidar, planı hayata geçirmek için gözünün ne kadar karardığını 2013 1 Mayıs’ına dönük gerçekleştirdiği sert müdahalelerle gösteriyordu. Taksim artık işçi sınıfına kapalıydı. Gezi, Topçu Kışlası’nı (belki) anıştıracak bir AVM’ye dönüşecek, meydana cami yapılacak, AKM bu plana uygun hale getirilecekti.
27 Mayıs’ta, Gezi Parkı’nın Asker Ocağı caddesine bakan duvarının bir kısmı yıkıldı, birkaç ağaç söküldü. Taksim Dayanışmasından insanlar kepçelerin önüne geçerek yıkımı durdurdu. Ardından çadırlar kurularak, sabaha kadar nöbet tutuldu.
28 Mayıs sabahı kalabalık biraz daha arttı. Tekrar yıkım için harekete geçen ekipler yine durduruldu. Ruhsatları olmayan, İBB’ye ait zabıta önlükleri giyen, dayanışma üyelerine fiziki olarak müdahale edenler kimdi? Kalyon İnşaat çalışanları. Parkta çadır kurup nöbet tutanların sayısı ise biraz daha artmıştı.
29 Mayıs’ta sabaha karşı polis çadırlara müdahale etti, bazı çadırları yaktı. Aynı gün başbakan Tayyip Erdoğan “Ne yaparsanız yapın, orası için karar verdik, yapacağız” diyordu. Kimse parkı terk etmiyor, kalabalığın sayısı artıyordu.
30 Mayıs’taki polis saldırısı da parktakileri yıldırmadı.
31 Mayıs’ta ise çok büyük bir kalabalık bir araya gelmişti.
Yalnız Gezi Parkı’nda mı? İstanbul’un her meydanı, ülkemizin her meydanı milyonlarla doluyordu. Gezi Parkı ülkeyi ayağa kaldırmıştı. Ülkenin derdi vardı. Ülkenin derdi büyüktü. Azarlanmaktan, aşağılanmaktan, hor görülmekten bıkmıştı. Giydiğine, içtiğine, nasıl yaşadığına karışılmasını istemiyordu. Sırf iktidarı desteklemiyor diye yurttaş sayılmamasını kabullenemiyordu. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan barınmaya gasp edilen haklarını geri istiyordu. Kentlerin, doğanın talan edilmesine itiraz ediyordu. Ortadoğu’daki ateşe odun atılması demek olan dış siyasetin son bulmasını istiyordu. Ülke bu yüzden ayaktaydı.
Bilindiği üzere iktidar, tarihin bu en onurlu haykırışını anlamaya çalışmak yerine saldırmayı seçti. Meydanlar gaza boğuldu. Gaz fişekleriyle insanlar vuruldu. Sokak aralarında pusular kuruldu. Kimi gözünü kaybetti, kimi ağır yaralanmalara maruz kaldı. Bu ülkenin sekiz güzel evladı, Mehmet Ayvalıtaş, Berkin Elvan, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan, Ali İsmail Korkmaz, Medeni Yıldırım, Ethem Sarısülük, Hasan Ferit Gedik Gezi sürecinde hayatını kaybetti.
Gezi, büyük acıların ama aynı zamanda dayanışmanın en güzel örneklerinin, birlik ve beraberliğin alanı haline geldi. Kimi piyanosuyla gitarıyla, kimi dansıyla, kimi tiyatro oyunuyla geldi. Gezide en çok gençler vardı, Gezi onlarındı, ama sadece onlar mı vardı? Çocuklar, emekliler, kadınlar, LGBTİ bireyler, erkekler. Parkta kalan binlerce insanın yemeklerini paylaştığı sokak hayvanları. Paranın en az geçtiği ama en çok paylaşıldığı yer belki de Gezi’ydi. Hayatın, büyükşehirde yaşamanın zorluklarının insanları barut fıçısına çevirdiğini düşünürdük, Gezi’de alttan alabilmenin, özür dileyebilmenin, tevazu göstermenin ne kadar hızlı bulaşabildiğini gördük. Taraftar grupları mesela, renkleri kardeşlikte ne kolay buluşturabilmişti. Sonra kadınlar, dildeki, slogandaki, duvardaki cinsiyetçiliği hızla nasıl silivermiştiler. Biz; Türkü, Kürdü, Ermenisi, Arabı, Çerkesi, Lazı, inananı, inanmayanı nasıl da yeniden bir halk oluvermiştik.
Milyonlar olarak, ne büyük suçtu işlediğimiz! Ağaca, parka, kente, ormana, ülkeye, insana ve hayvana sahip çıkma suçu!
Dokuz yıl geçti, ne Geziciler unuttu, ne de iktidar aklından çıkarabildi.
Şimdi, Gezi Parkı’nın park olarak kalması mücadelesinde en baştan beri canla başla mücadele eden Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Can Atalay ve bu davada yargılanan Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi ve zaten yıllardır tutuklu bulunan Osman Kavala ülkemiz tarihinin en hukuksuz kararıyla tutuklular.
Vicdanını kaybetmeyen herkes onların bir an önce serbest kalmasını istiyor. Taksim Dayanışması’nın son açıklamasında dediği gibi. “Gezi’ye sözünü ve sesini katan milyonlar adına; ülkemizde adaleti, demokrasiyi, özgürlüğü ve doğa – kent katili rant projelerine karşı duruşu simgeleyen, başta GEZİ Parkı olmak üzere ülkemizin her şehrinde parkları çoğaltacak, çocuklarımızın oyunlar oynayacağı bu parklarda bütün çocuklarla birlikte “Mücella ablamızın içindeki çocuğun” da bineceği salıncaklar kuracak, GEZİ’nin inatçı, yaramaz ve mücadeleci çocukları, kadınları ve gençleri olmaya devam edeceğiz. Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
[i] https://www.gercekgundem.com/guncel/350685/avukat-can-atalay-gercek-gundemin-sorularini-yanitladi-atanamamis-bir-akpli-milletvekili-bizi-tutukladi-
KAYNAK:
1- Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.7 T.C. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı, İstanbul, 1994
2- https://www.agos.com.tr/tr/yazi/2794/gezi-parki-nin-yani-basindaki-ermeni-mezarligi