Son sözümü baştan söyleyeyim. Lütfen bu kitabı alın ve hemen okuyun. Ne zaman basılmış, hakkında kim ne yazmış, şu anda okunur kitaplar listesinde kaçıncı sıradaymış gibi ısınma turlarına girmeden, ‘Biz onu çoktan okumuştuk’ demeden yeniden okuyun. Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlı kitabından söz ediyorum. Ben yıllardır başucu kitaplarımdan olan bu yapıtı nereye oturtacağımı hala bilemedim. Anı mı, öykü mü, roman mı, bir dönemin perde arkası mı, bir büyük liderin ve yol arkadaşlarının bitmez tükenmez coşkusu mu? Kararsız kaldım, iyisi mi okumayanlar okusun, okuyanlar yeniden okusun ve ne olduğuna hep birlikte karar verelim diye sizlere bir öneri sunuyorum. Ev ödevi sayarsanız mutlu olurum…
Olup bitene bakınca, gidenlerin arkasından yapılan açıklamaları duyunca! Neden mesleğin fıtratında ve kaderin planında hep şehitlik mertebesi var diye düşünüyor insan! Kaza ve katliamın adı artık kader planı, fıtrat, ecel olsa da esas adı bilim ve teknolojide geri kalmak, paraya kıyamamak olmasın!
Soruları sürdürürsek! Her olaydan sonra bazı yayın organlarında yazılıp çizilenlerden büyük sorun mu var? Kendini öne çıkarmak ve haklı göstermek isteyenler çok da! Bedeli kimler ödüyor? İşlerin bir an önce düzeleceğine inanan kurum, kişi kuruluş, grup çıkıyor mu? Ya da var mı? Gidenlerin geride bıraktıkları boşluk dolar mı? Oğlunu maden kazasında yitiren annenin; “bana bundan sonra kim anne diyecek?” şeklindeki sorusu unutulur mu? Sorun bunlarken, sık sık altını çizmekte fayda var…
Çok pahalı bir ucuzluğun sergilendiği, vasatlığın doruğa tırmandığı ülkemizde, bazıları hala bu ülkede kalite niye prim yapmıyor diye üzüle dursun! Bizler üzüntümüzü ve kaygımızı içselleştirerek; Marka üniversitelerin başına gelenlere bakalım! Teknik liselerin- fen liselerinin yerine açılanlara bakalım! İhtiyaçlara yetmeyen gelirleriyle yaşama savaşı verenlere, kartlara yüklenen tüketicinin borçla dönen hayatlarına bakalım. Freni boşalan ve raydan çıkan ekonomik krizin, önüne geleni devirip dökerek ilerleyen zamlara ve krizle çırpınan ekonomiye bakalım! Sonra da dönüp vasat sözcüğünün yetmediği destansı başarı öykülerine bakalım!
Bitmedi! Biter mi? Kültür ve Turizm Bakanının verdiği bilgilere göre; Ülke genelinde aktif olan sinema sayısı 396 iken! 23 ilde Devlet tiyatroları bünyesinde bulunan tiyatro sahnesi ise yalnızca 54 iken (yazıyla elli dört!) Ülke genelinde 608 özel tiyatro sahnesi varken! Bunların sadece 105’i aktifken! Cumhuriyet döneminde her ilde bir halkevi bulunduğunu hatırlayarak nereden nereye geldiğimize bakalım!
Komşularda ilk kıvılcım başladığında ateşi harlamanın, yangına benzin dökmenin bizi getirdiği yere bakalım! Her olaydan kendisine önemli pay ayırmayı iyi bilenlere, durumdan vazife çıkarmayı iyi becerenlere, keşke biraz da savaşın olmadığı, olmayacağı bir dünya için dua edip çabalasalardı diyerek bakalım!
Önlenebilir kazalarda verdiğimiz şehitlere, kalan gazilere, açlıktan ölen bebelere, intiharı seçen işsizlere, öldürülen kadınların hayallerine, geride boynu bükük kalan ailelere bakalım!
Yetinmeyelim! Aydın Çıldır’dan Balıkesir Merkeze, Uşak’tan Çanakkale Gökçeada’ya uzanan ve milyonlarca lira harcanarak yapılan, tek bir uçak bile inmeyen ancak giderleri devlet kasasından karşılanan hava limanlarına bakalım! Evet, yanlış okumadınız 4 havalimanına sıfır yolcu inen hava meydanlarına bakarken; “Bu nasıl bir öngörü ve planlama dehasıdır?” diye soralım!
AKP Grup Başkan Vekili M. Ünal’ın; “Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hâsılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz sadece konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz” şeklindeki neyin kanıtı, neyin dışa vurumu olduğunu çok iyi bildiğimiz derin bir dil bilgisi içeren ilginç bilimsel (!) açıklamalarına bakalım!
CB yardımcısı F. Oktay’ın; “Yeni yükseliş destanları yazacağız!” şeklindeki sözlerini duyunca; destan yazmalara doyamayanlara daha neler olacak diye sorarak yeni destanların yazılmasını bekleyelim…
Özetle; Şimdi başta Şevket Süreyya olmak üzere cumhuriyet döneminin yazarlarını okuyup o dönemin kitap sayfalarını çevirme zamanıdır. O satırlarda neler bulacağımızı biliyoruz, biliyorsunuz, bilmiyorlar…