“İnan bana bütün işçi sınıfı senin arkandan yürüyecek. Sen ölmedin Kemal, bütün işçi sınıfının kalbindesin”
Eşi Sabahat Türkler, işçilerin sıkılı yumruklarının arasından böyle sesleniyordu, kalleşçe katledilmiş eşi Kemal Türkler’in naaşının başında. İşçi sınıfının büyük önderlerinden biri, 1980’in 22 Temmuz sabahı evinin önünde ailesinin gözü önünde katledilmişti. Katledilmek, yok edilmek istenen ise işçi sınıfı mücadelesinin kendisiydi.
Her insanın hayatı yaşadığı dönemin, ülkenin ve toplumun izlerini taşır. Olağan akışın seyrini mücadeleleriyle değiştirenler ise tarihin yalnızca şahidi değil, müdahili olurlar. Kemal Türkler tarihin olağan akışını değiştirenlerdendir.
Kemal Türkler’in hayatı, ülkemiz işçi sınıfı tarihinin muazzam bir örneğidir. Cumhuriyetin ilanının üç yıl sonrasında yoksul ülkenin, yoksul göçmen ailesinin evladı olarak Denizli’de dünyaya gözlerini açar. Oyunlarla değil, çalışarak büyümek zorundadır. İlkokuldan itibaren çalışır, lise yıllarında terzi, ayakkabıcı çırağıdır. Sonrasında mevsimlik işçilik, orman işçiliği, pamuk ırgatlığı, un fabrikasında işçilik gibi pek çok tecrübesi olur. 1944 yılında lise biter, yedek subay olarak askerliğini yapar, dönüşte memleketinde bir yıl devlet memurluğu yapar. 1947’de Hukuk Fakültesine kaydolur, böylece İstanbul macerası başlar. Yalnızca çocuk olamadığı gibi yalnızca öğrenci de olamaz. Emayetaş fabrikasında çalışmaya da başlamıştır. Kısa süre sonra sendikal mücadeleye katılır, işyeri temsilcisi olur. Üçüncü sınıftayken babasının ağır hastalığı yüzünden ailesi İstanbul’a gelir ve üstlenmek zorunda olduğu aile geçindirme görevinden dolayı hukuk fakültesini bırakır. 1953’te Türkiye Maden-İş Sendikasının Bakırköy yönetim kurulu üyeliğine seçilir. Kısa süre sonra sekreterlik, hemen ardından da başkanlık görevini üstlenir. 1956 sonrasında ülke genelinde örgütlenmeye başlayan Maden İş hızla büyür ve aynı zamanda uluslararası sendikal mücadeleyle de bağlarını güçlendirir.
Kemal Türkler’in yaşam öyküsünde, 1945’ler sonrası taşradan büyük kentlere doğru akan, sayısı katlanarak büyüyen işçi sınıfını, örgütlenmesini ve mücadelesini görürüz. Büyük baskılardan, hapisliklerden, katliamlardan ve antikomünist propagandanın karanlığından çıkan sol kitleselleşmektedir. İşçi sınıfının mücadelesinin aynı zamanda siyasal bir mücadele olarak anlaşılmasından yana olan Kemal Türkler’in, Rıza Kuas, Kemal Nebioğlu, Şaban Yıldız gibi isimlerle TİP’i kurmasının, işçi sınıfı mücadelesi ve sosyalist mücadele açısından önemi tartışılmazdır.
Diğer yandan 1961 Anayasası’nın “özgürlükçü” adımları işçi sınıfını teğet geçmiştir. Ne grev ne toplu sözleşme hakkı vardır. Maden İş, grev ve toplu sözleşme haklarının yasalaşması için pek çok öneri ve girişimde bulunur. 31 Aralık 1961de İstanbul'da Saraçhane Meydanında bir miting düzenlenir. Miting Türkiye’de ilk kez tüm sendikaların ve işçilerin katıldığı en kalabalık ve görkemli kitle eylemidir. Mitingi önerenlerden biri Türkler’dir ve konuşmacılar arasındadır. 1963 yılında gerçekleşen Kavel Direnişi sendikal hak ve özgürlüklerin kazanılması açısından en önemli dönemeçlerden birisidir. Kemal Türkler ismi bu direnişle beraber anılmazsa eksik olacaktır. Yine 1964 Singer Grevi işçi sınıfı mücadele tarihinin en önemli grevlerinden birisidir ve Kemal Türkler mücadelenin en önündedir. Bu grev aynı zamanda Türkler’in daha sonra sık sık tekrarlanacak gözaltına alınma ve tutuklanma serüvenlerinin başlangıcı sayılabilir.
Grevci, eylemci olmak kolay değildir fakat karşı tarafla, devlet ya da patronla görüşmeci olmak ayrı bir meziyet ve kararlılık ister. Türkler bu yükün nasıl omuzlanması gerektiğine örnektir. Bir anekdot bunu anlamamızı sağlar sanıyorum: 1969 yılında Türk Demir Döküm’de işçiler, patronun sendikayı engelleme çabalarına karşı fabrikayı işgal etmiştir. Polis işçileri çıkartamayınca olay 1. Ordu Komutanlığı’na intikal eder. Komutan, Türkler ve beraberindeki görüşmeci heyete “Ya fabrikayı iki saate boşaltırsınız ya da tankla içeri girerim; tercih sizin" der. Kemal Türkler de “Biz işçiler, eşlerimiz ve çocuklarımızla birlikte sosyal bir mücadele içindeyiz. Siz ya işçilerin, yani halkın ve hakkın yanında yer alacaksınız, ya da Vehbi Koç'ların yanında; tercih sizin. Eğer tanklarınızı işyerindeki isçilerin üzerine sürecekseniz ben ve arkadaşlarım kapıda olacağız. Önce bizi ezerek geçersiniz” diyerek toplantıyı terk eder. Nihayetinde kazanan işçiler ve sendikal mücadele olur.
Türk İş ise yükselen işçi sınıfı mücadelesini kendi varlığına tehdit olarak görüyordu. İşçi sınıfı için mücadele edenler için de Türk İş aşılması gereken bir engeldi. 1966’daki Paşabahçe Grevi bu açıdan dönüm noktasıydı. Türk İş’in grev kırıcılığına karşı Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Tez Büro-İş sendikaları bir araya gelerek, Paşabahçe Grevini Destekleme Komitesini kurarlar. Bu komitenin asıl önemi, sonradan DİSK’in çekirdeğini oluşturan Sendikalar Arası Dayanışma Konseyi’nin (SADA) öncüsü olmasıdır. Pek çok grevi işçilerden habersiz sonlandıran Türk İş yönetimi, başta Maden İş olmak üzere birçok sendikayı “disiplinsizlik” gerekçesiyle uzaklaştırır. Bunun üzerine Maden-İş, Gıda-İş, Lastik-İş ve Basın-İş, “Sendikalar Arası Dayanışma Anlaşması” (SADA)'yı kurarlar. Ardından Kemal Türkler, Rıza Kuas, İbrahim Güzelce, Kemal Nebioğlu ve Mehmet Alpdündar’ın imzalarıyla 13 Şubat 1967’de DİSK kurulur. Türkler, işçi sınıfı mücadelesinin zirveye çıktığı 11 yıl boyunca DİSK Genel Başkanlığı görevini yürütür.
DİSK, işçi sınıfının mücadele örgütü olduğu gibi, işçilerin okulu da olmalıydı. Türkler’in katledilmesinden sonra Balıkesir Gönen’de kendi adının verildiği tesislerin yapımına işçi olarak çok emek verdiği herkes tarafından bilinir.
1970’lerin başında işçi sınıfı mücadelesi egemenlerin koltuklarını sallıyordu. Aynı zamanda devrimci gençliğin mücadelesi üniversitelerden taşmış, yeni siyasal biçimler kazanarak yoluna devam ediyordu. Demirel’in AP hükümeti bu yükselişi durdurmak, DİSK’ten kurtulmak için sendikal yetkiye baraj şartı getirmek istiyordu. DİSK’in fiilen kapatılmasıyla sonuçlanacak bu girişim, 15-16 Haziran büyük işçi direnişiyle engellenmiş; işçi sınıfı, örgütünü sermaye sınıfının yok etmesine izin vermemiştir. Kemal Türkler ve diğer yöneticiler üç ay süren tutukluluğun ardından serbest bırakılmışlardır. Türkler 12 Mart Darbesi’nin ardından da gözaltına alınmış, bir aya yakın süre sonra serbest bırakılmıştır.
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ın kitlesel şekilde kutlanmaya başlanmasının, gelenek oluşturulmasının mimarı Kemal Türkler başkanlığındaki DİSK yönetimidir. Hem 76’da hem de katliamın yapıldığı 77’de kürsüde O vardır.
DİSK 76’da tasarı halinde sunulan DGM yasasının engellenmesi mücadelesinde ön saftadır. Türkler’e ise yeniden cezaevi yolları görünmüştür.
Turgut Özal’ın o dönem başkanlık ettiği patron sendikası MESS ile Maden İş arasında yürütülen görüşmelerin uyumsuzlukla sonuçlanmasının ardından MESS Grevleri olarak tarihe geçen yaygın grevlerin mimarlarından biri yine Kemal Türkler’dir.
Türkler 11 yıl boyunca yürüttüğü DİSK başkanlığını, 1977’de yapılan genel kurulda yapılan seçim sonucunda Abdullah Baştürk’e devretti. İşçi sınıfı mücadelesine ise durmaksızın devam etti. Maden İş’teki başkanlığı sürüyordu ve 1979’da toplanan Maden İş Genel Kulunda Enternasyonal Marşı söylediği gerekçesiyle tutuklandı. O, Türkiyeli bir sosyalist sendikacı olarak, dünya işçi sınıfının bir parçasıydı. Marşın da dediği gibi “biz başka alem isteriz” diyenler dünyanın her yanında mücadele ediyordu. Kapitalizm ise kendisini ortadan kaldıracak bu “tehdide” karşı yoğun sistematik bir savaşa girişmişti. Kemal Türkler bu yüzden faşizmin hedefindeydi.
İşçi sınıfı ve sosyalist mücadele Osmanlı’nın son dönemlerinden başlamak üzere büyük bir baskı siyasetiyle engellenmeye çalışıldı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise antikomünist siyaset, ABD merkezli bir yeniden yapılanma sürecine tabi tutuldu. Eski Nazi subaylarının bizzat görev aldığı eğitimler sonucunda Avrupa ve dünyanın pek çok yerinde kontrgerilla yapılanmaları kuruldu. Ülkemiz dahil pek çok ülkeden ordu mensupları ABD’de eğitildi. İtalya’da Gladio, Fransa’da Roses des Vents, Portekiz’de Aginter Pres, Belçika’da Glaive, Almanya’da Anti-komünist Saldırı Birliği… gibi birçok kontrgerilla yapılanması oluşturuldu. Bu yapılanmalar CIA tarafından finanse ediliyordu.
Ülkemizden ABD’ye gidip eğitilenler öğrendiklerini 1950’de başlayan Kore Savaşı’nda pratik olarak da tecrübe ettiler. Hemen ardından işkenceli sorgu tekniklerini, suikastları ülkemizde sosyalistlere dönük kullanmaya başladılar. 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya girişiyle birlikte kontrgerilla yapılanması özel bir protokolle inşa edildi. Adı “Özel Harp Dairesi”, resmi adı “Seferberlik Tetkik Kurulu” oldu. Kurulurken meclisin, hükümetin dahi bilgisi yoktu. Yalnızca protokolde imzası bulunan Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı’nın ordu üzerinden kurulan bu yapıya dair bilgisi vardı. Demokrat Partili yıllarda Türkiye; bölgesindeki Amerikancı, antikomünist siyaseti en başarılı biçimde yürüten ülkelerin başında sayılıyordu.
Kontrgerilla örgütlenmesinin ilk önemli işi 6-7 Eylül’dür. Sonrası gelir, “Yeşil Kuşak” siyasetiyle Siyasal İslam antikomünist hedef doğrultusunda palazlandırılır. Milliyetçilik ise sivil faşist bir hareket örgütlemek için kullanışlı bir potansiyeldir. Yani resmi araçların yanında “sivil hareketler” de kontrgerilla yapılanmasının kolları olurlar. 12 Mart döneminin Genelkurmay Başkanı “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı.” diyordu. Sosyal uyanışı durdurmanın bir aracı da 60’ların sonlarından itibaren sahaya sürülen sivil faşist odaklardır. Devrimci öğrencilerin, öğretmenlerin, grev yapan işçilerin, hakkını arayanların karşısında yalnızca polis asker yoktur. Vasıf Öngören’in 15-16 Haziran’ı anlatan “Zengin Mutfağı” oyunu tüm bunları anlatmada çok başarılıdır.
Fakat resmi ve gayrı resmi harp unsurları mücadeleyi durduramadı. Bu defa sıradan halka, aydınlara, gazetecilere dönük katliamlar devreye sokuldu. Bahçelievler, 16 Mart, Maraş gibi pek çok katliam halka karşı yürütülen savaşın vahşet halini almasıydı. Abdi İpekçi, Necdet Bulut, Bedri Karafakioğlu, Ümit Kaftancıoğlu gibi aydınlar, gazeteciler ve akademisyenler faşist terörün diğer hedefiydi. Kemal Türkler cinayeti bu süreçte gerçekleştirildi. Amaç ilk zamanlarda sıkıyönetim, sonrasında ise darbe yaptırmaktı.
12 Eylül kimler tarafından kimler için yapıldıysa, Kemal Türkler de aynı amaç için katledilmiştir. Üstelik başka katliamlarda olduğu gibi, katili açığa çıkartılamamış da değildir. Kızı Nilgün Hanım, Ünal Osmanağaoğlu’nu teşhis etmiştir. İddianamelerde emrin Alparslan Türkeş tarafından verildiği yer almıştır. Ama aynı zamanda Bahçelievler sanığı olan şahıs ceza almamış, dava zaman aşımına uğratılmıştır.
Ülkemizde cinayetleri planlayan yapıların ve kişilerin cezalandırıldığı bir örnek yok. Çoğu zaman Kemal Türkler cinayeti davasında olduğu gibi tetiği çekenler de korunuyor. Kontrgerillanın bilinen ağları yargılanmadıkça, gizli kalmış ilişkileri açığa çıkartılmadıkça halkın üzerindeki tehdit sürüyor. Türkiye kontrgerilla ile hesaplaşmamış bir ülke.
İşçi sınıfı mücadelesi, DİSK denilince akla ilk gelen ismin Kemal Türkler olması, onun anısının ölümsüz olduğunu ispatlıyor. 1 Mayıs meydanlarında DİSK başkanları 76, 77 1 Mayıs’ında, Kemal Türkler konuşmaya hangi cümlelerle başlamışsa öyle başlarlar.
Sınıf mücadelesi ileriye atılmalarla, geri çekilmelerle, zaferlerle ve yenilgilerle sürecek. Ta ki sınıflı toplumları ve eşitsizliği ortadan kaldırana dek… Kemal Türkler bütün bu zamanların hepsinde olmaya, anısıyla ve mücadelesiyle yol göstermeye devam edecek.
Ne güzel anlatmış Sennur Sezer “Kemal Türkler’in son sözleridir” adlı şiirinde. Evet, Kemal Türkler böyle derdi:
“...
Kitapları öldüremezler
Alanlarda bizi vuranlar
Tarihi geriye döndüremezler…”