Önce bir itiraf! Siz okuyup ben yazana kadar her cümle eksik kalıp, her konu güncelliğini yitirdiğinden geç kalmanın verdiği rahatsızlıkla yazıyorum bu yazıyı. Ayrıca son zamanlarda biraz uzun yazmamın nedeni de bu…
Bugünkü yazım için bilgisayarın başına oturduğumda aklıma gelenleri sıralarken, eklenecek daha ne kadar çok şey var diye düşündüm…
Pamuk eller cebe, biz bize yeteriz, SMS’e asıl Türkiye’m! Yurtta kampanya, CHP’li belediyelerin bağışlarına hayır! 20 ülkeye yardım yollamaya devam, dur durak bilmeden vakıfları besleme tam gaz, 2 saatlik istifa ve geri dönüş vb! (O ülke neresi mi? Dilimin ucunda ama! Siz bulun artık!)
Gelelim virüs sürecini bizim gibi yönetemeyen başarısız ülkelere! Oralarda olup bitene bakınca ne şanslı olduğumuzu bir kez daha anlıyorum. Bu hay huyda bile bu ölüm kalım savaşında bile rant hırsımız hız kesmiyor, Ahlat’taki saray inşaatı tam gaz sürüyor, ihale sevdamız durmazken, anlı şanlı müteahhitlerin işleri tıkır tıkır yürüyor, yeşil alan nefretimiz bitmiyor, Salda Gölü’ne dozerler giriyor, alarm veren ekonomi bile önemsenmiyor ya! Gerçekten helal olsun bize.
Şimdi hep birlikte sormanın tam zamanı! Sorunları çözmek yerine çözümsüzlüğe yol açmaya, içinden çıkılamaz hale getirmeye, siyasi manevralarla günü kurtarmaya, önlemler ve çareler yerine yanlış uygulama ve ayrıştırmalarla işi yokuşa sürmelere gerek var mı? Ya da gün o gün mü?
2002 yılında 60 bin olan hükümlü ve tutuklu sayısı 2020’nin ilk üç ayında 300 bini bulmuş. Doluluk oranı kapasitenin çok üstünde! Bu sayıyla ülkemiz Avrupa’da 43 ülke arasında 1.sırada yer alıyor. 8-10 kişilik koğuşlarda 25-30 kişi kalıyor. MR için 16 ay sonraya gün veriliyor. 0-6 yaş arasında 800 bebek ve çocuk anneleriyle çile dolduruyor. Yasa tasarısında bu çocuklar için bir düzenleme var mı, yoksa 90 bin mahkûm salınarak her şeyin üstü örtülmüş mü oluyor?
Yine ve yeniden küresel salgına gelirsek! 1928’de kurulan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü; o yıllarda verem, kuduz, kolera, tifüs, boğmaca, çiçek aşıları üretmişken kapısına yıllar sonra kilit vurmamız, bu salgın sırasında bir özeleştiri nedeni olacak mı?
Tüm insanlığı aynı anda avucunun içine alan bu çok cepheli savaş bize şunu gösterdi mi! Örneğin 2 milyonu açık öğretimde olmak üzere yükseköğrenim gören 7 milyon 740 bin 502 öğrenci ne yapacak? Kayıt dondurmak, online eğitim çare mi? Olağanüstü dönemler olağanüstü çözümleri gerektirmez mi? Belirsizlik işin en zoru iken, bu soruların yanıta muhtaç değil mi?
Meraklarıma gelince! Çok şaşırtıcı olmasa da çok çarpıcı rakamlara bakınca yakın gelecekte işsizliğin rekor kıracağı ortada iken, evde ve güvencesiz oturan 1.5 milyon gencin ne yapacağı konusundaki adımları merak ediyorum…
Sorunları görmezden gelerek, yakınmaları duymazdan gelerek, hiçbir şey olmamış gibi davranarak, bıçak sırtı konuları tartışmaya açarak, baskıyla gözdağıyla susturarak, ülkeyi yabancı ülkelerden ithalata bağımlı kılarak, yurttaşlar arasında siz- biz ayrımını kaşıyarak, ülkenin cennet koylarını ranta kurban ederek, pek çok konuyu kadere bağlayıp işin içinden sıyrılarak, çağdaşlaşmanın önüne set çekerek nereye kadar gidileceğini merak ediyorum…
Her daim işsizlerle ve onların sorunlarıyla arasına sosyal mesafe koyan yönetimin, çığ gibi artan işsizlik rakamları için sosyal mesafesinin kaç kilometre olacağını merak ediyorum…
Teşekkür Notu: Milano’nun ünlü Duomo Katedrali’nin önünde ünlü tenor Andrea Bocelli’nin yakaran sesiyle; “Bu kucaklaşmaya katılan herkese şükranlarımı sunuyorum” diyerek, müziğin evrensel taşıyıcılığını bir kez daha olağanüstü bir performansla kanıtladığı için! “Evdeyiz ama yalnız değiliz!” dedirttiği için! O bizi görmese bile biz 24 milyonun onu görerek izleyip, ayakta alkışladığı muhteşem konser için teşekkürlerimi sunuyorum…