Önceki gün, 19 Şubat, TRT’yi de hesaba katarsak gazetecilikte yarım yüzyılı deviren üstat Melih Aşık’ın Açık Pencere’sinin 40. yıldönümüydü. Üstat o 40 yılın öyküsünü “40 yıl geçti aradan…” başlıklı yazısıyla Milliyet’teki Açık Pencere’sinde renkli bir şekilde anlattı. Bizim de gözümüzün önünden geçti o 40 yıl.
Aşık, Mülkiye sonrasında Uğur Dündar’ın da muhabir olarak adım attığı TRT’de çalışmaya başlamış, ancak bir karabasan gibi ülkeye çöken 12 Mart darbesi onu uzak diyarlara Almanya ve İsveç’e sürüklemiştir. Üstat, o ülkelerdeki zorluklar içindeki serüvenini de zaman zaman köşesinde yer verdiği anılarında anlatır. Ki, o anılara devam ederek kitaplaştırmasını şiddetle isteyenlerdenim.
1973 sonrasında yeniden ülkeye dönmüş ve kendisini gazetecilik yapma dürtüsüyle Bab-ı Ali’de bulmuştur. İlk durak, Günaydın’dır. Sonrasını yukarıda başlığını çıtlattığım yazısında kendi ağzından aktaracağım.
Fakat ondan önce bizzat tanıdığım, önceleri basın çevrelerinde yolumuzun kesiştiği, sonra Moda’da komşu ve giderek ahbap olduğumuz, dost olduğumuz Melih Aşık’tan bir parça da olsa bahsetmeliyim. “Moda’nın İki Melih’i” başlıklı bir yazımda onu anlattığımı hatırladım Moda’nın ünlü şair-eczacısı Melih Ziya Sezer ile birlikte. Espri şuydu; “Melih”, malum “güzel” demek… Yani, “Moda’nın iki güzel insanı” demek istemiştim o yazıda. Çelebi bir insandır Melih Aşık. Beyefendidir. Zarafet abidesidir. Çok da duyarlıdır, hassastır. Büyükten küçüğe saygı-sevgisini eksik etmez. Melih Ağabey ile Moda’da bir araya geldiğimizde değil dakikalar, saatler su gibi akar. Köşesinde yer verdiği konuları da iyice tetkik etmeden, araştırmadan işlemez. Bendenizi de zaman zaman arar ve kimi işlediği konularda uzun süre konuştuğumuz olur. Bunu birçok güvendiği kişiyle yapar. Telefon fihristi oldukça kalındır.
Bu arada altı yıldır İzmir’de birlikteyken TRT’den en eski gazeteci arkadaşlarından Uğur Dündar şimdi yeniden İstanbul’a döndü. Melih Aşık ile birlikte üçümüz Moda’da buluşmak üzere sözleştik.
Melih Aşık ile ilgili, daha doğrusu köşesiyle ilgili son notum şu olsun: Hiç aklıma gelmedi kendisine sormak; buradan sormuş olayım; acaba Arka Pencere ve sonrasında Açık Pencere, İlhan Selçuk’un Pencere’sinden ilham almış mıdır? Şu kadarını belirteyim, Melih Ağabey, bir süre birlikte çalıştığım İlhan Ağabey’i oldukça sever, sayardı.
Artık Melih Ağabey’in köşesinin 40 yılını anlattığı o yazıya geçebiliriz…
XXX
Açık Pencere bugün 40. yaşını tamamlıyor...
İlk köşe, Güneş Gazetesi'nin yayına başladığı 1982 yılının 19 Şubat günü ilk baskıda yayımlanmıştı.
Güneş'te adımız Arka Pencere idi… Milliyet'e geçerken adımızı orada bıraktık Açık Pencere adını aldık... Güneş'teki 4 yıla, bu gazetede Açık Pencere adı altında 36 yıl ekledik. Milliyet'in de en kıdemli yazarı olduk.
Babıali'de geniş çaplı transfer yapan ilk gazete Güneş olmuştu. Yaratıcısı ve ilk genel yayın müdürü Güneri Civaoğlu idi. Gönlü zengin dostumuz Civaoğlu, Ankara'daki muhabirlik günlerini unutmamış, gazetecilerin de iyi yaşamaya hakkı olduğunu düşünmüş, transfer ettiği gazetecilere iyi maaşlar verdiği gibi hayli cazip transfer ücretleri ödemişti. Bu bir devrimdi. Güneş sonraki aylarda bankaların kriziyle birlikte sıkıntıya girdiyse de ilk zamanlarda mutlu gazetecilerin gazetesi olmuştu. Zarafet her yana yansımıştı. Her masada beyaz bir vazo vardı, her sabah vazolara taze çiçek konuyordu.
Kimse ücretinden şikayetçi değildi.
Gazetenin hazırlık günlerinde Güneri Bey benden Hasan Pulur gibi bir gazeteci aramamı istemişti. Hasan Ağabey'in Milliyet'teki "Olaylar ve İnsanlar"ına benzer bir sütun düşünülüyordu. O adamı bulamadık tabii... Bu arada kendimiz bir şey yapalım, dedik. Bu sütunun denemelerine başladık. O sıralarda aramıza karikatürist Ercan Akyol ile Fahrettin Fidan katıldı. Pek çok gazeteci arkadaşımız bize destek oldu. En büyük desteği ise haber, fıkra, bilgi göndererek sütuna katkıda bulunan okurlarımız verdiler.
Daha önce TRT ve Günaydın'da geçen yıllarda edindiğimiz tecrübelerle kimi kurallar uyguladık. Yazılar kısa cümleli, kolay anlaşılır olacak, okuru sıkmayacak, ciddi konular da mizah ambalajına sarılıp tatlı hale getirilecekti. Okur bir yazıdan sıkılırsa onu bırakıp bir başka yazıya geçebilecekti.
Mizah ambalajı, özellikle 12 Eylül darbesini izleyen dönemde generallerin sansürünü aşmakta işimize yaramıştı.
Bütün güç odaklarına mesafeliydik. Tek muhatabımız okurlardı. Tek çabamız toplumu aydınlatmaktı. Haktan, hukuktan, ulusal çıkarlardan, laiklikten, Cumhuriyet'ten, demokrasiden, özgürlükten yana olmak... İnsan hakları ve toplumsal barışa saygı duymak.
Şiarımız dün bunlardı, bugün de bunlar...
Bir okurumuz bu köşenin adını Açık Üniversite koymuştu. Yıllar yılı pek çok ana baba çocuklarına her konuda bilgilenmeleri için bizim sütunu okumayı önerdi... O yıllarda bizim sütunu okuyan 20 yaşında üniversite öğrencileri bugün artık 60 yaşında birer dede, nine oldular!
Kırk yıl geçti aradan... İlk yıldan beri her yıl sütunun bir kopyasını alır, yıl sonunda ciltletir, odamızda bir köşeye üste koyarız. O ciltler adam boyunu ulaştı. Yaklaşık 40 cildin içinde 40 yıl vardır. Bir gün Ercan'la ciltlerin karşısında oturup geçen günleri konuşurken sordum:
- Bunlar için bunca yılı harcamaya değer miydi?
İkimiz birden aynı karara vardık:
- Değerdi...
Bu 40 yılda çizgimizden sapmadık. Ama zaman zaman sürç ü lisan etmiş, bilmeden yanlışlar yapmışızdır.
40 yılın hatırına... Affola...”
XXX
Hey gidi yıllar... Belki 10 yılı geçti. Hasan Pulur sağdı. FB Faruk Ilgaz Tesisleri'nde Melih Ağabey'in büyük oğlunun düğünündeydik. Masamızda İlhan Şeşen, Gürsel Tekin de vardı hatırladığım. Bu paragraf şunun için; Melih Ağabey, başka bir "Hasan Pulur" bulamadı Güneri Civaoğlu'nun isteğiyle Güneş için ama basında bir güneş gibi doğdu 40 yılı deviren köşesiyle. Nice Açık Pencereli yıllar üstat, sağlıkla.