Atalay Girgin*
Geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı’nın köşesinde kaleme aldığı yazıyı1 okuyunca, yaşanan sorunlar düşünülerek ve sorumluluk bilinciyle kaleme alınan “Eğitimde Radikal Değişim Zamanıdır” 2 başlıklı yazı aklıma düştü.
Fatih Altaylı’nın dile getirdikleri yanlış değildi. Ancak bu sorunları ve eğitimdeki enkazı, sefaleti fark etmek için basında adı sanı olan gazetecileri beklemek gerekmezdi. Bu yazıya rağmen Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un sorunu kavradığını düşünmüyorum. Çünkü Bakan, hala “Nicelik birikimi” diyerek, dile getirilen bu eğitim enkazı ve sefaletinin üzerini örtmeye çalışıyor. Hatta “Nicelik birikimi” diye nitelediği bu sefaletin üzerinden bir “Nitelik Devrimi” gerçekleştireceğini iddia ediyor. Ve ne yazık ki yanılıyor.
Durum bu denli kötüleşmemişken, “Eğitimde Radikal Değişim Zamanıdır” diyerek bir an önce eğitime neşter vurulması gerektiğini dile getiren yazı hem genel ilkelere hem de pratik uygulamalar dönük şu önerileri içeriyordu. Lütfen okuyun. Söylenenleri harimi ismetinize bir saldırı saymadan okuyun!
1) Eğitim bir haktır. İlköğretim, ortaöğretim ve üniversite aşamalarında ücretsizdir. İçeriği bir yana, eğitimin her birey için tüm boyutlarıyla maddi anlamda gerçekleşme koşullarını düzenleme ve hazırlama sorumluluğu, devletin ertelenemez ve öncelikli görevidir. Devletin bu görev ve sorumluluğu, ona ve hiçbir kurumuna, hak kullanan hiçbir birey üzerinde dinsel, siyasal, ideolojik, vb. biçimlendirme hakkı ve yetkisi vermez.
2) Eğitim bir genelleme düzeyinde ifade edilirse, asıl olarak iki alana yöneliktir: Zihnin, düşünmenin eğitimi ve bedenin eğitimi. Bu iki alan ortaöğretim bitinceye dek birbirinden ayrıştırılmamalıdır. Eğitim öğretim süreci, özellikle ilköğretim ve ortaöğretim aşamalarında, öğrenciye temel bilgilerin ve temel bilimlerin bilgisinin kazandırılacağı, öğrencilerin zihinsel ve bedensel eğilim ve beceri potansiyellerini fark etmelerini sağlayarak tercihlere hazırlanacağı bir etkinliktir. Bu anlamda, kendi potansiyellerinin farkında olmayacağı için hiçbir birey ortaöğrenim bitmeden mesleki alanlara yönlendirilmemelidir. Eğitimle iş, daha doğrusu iş ile işe dönük eğitim arasındaki bağlantı bu dönemin sonrasında kurulmalı ve şekillendirilmelidir.
3) Eğitim öğretim etkinliği, öz öğrenim sürecini de tetikleyerek, insanı, toplumu, dünyayı tanımanın, kavrayıp anlamanın, değiştirip/dönüştürme eylemliliğinin ve bilgiyi yeniden üretmenin aracıdır. Bireye, kendisine birilerinin sunduğu dünyada yaşamayı kabullenmeyi değil, yaşadığı dünyayı parça bütün ilişkileri temelinde çokboyutlu olarak düşünmenin, sormanın, sorgulamanın ve kavrayıp anlamanın anahtarını sunar.
4) Eğitim öğretim süreci, “insandışılaşmanın” varlık koşullarını ve “insanlaşma”yı engelleyen “adaletsizlik, sömürü, baskı/ezme ve ezenlerin şiddeti”ni deşifre etmelidir. Çünkü eğitim öğretim, açık ya da örtük bir biçimde hiçbir insanın, hiçbir insan topluluğunun ya da kurumun, gücün, bir başkası üzerinde dinsel, cinsel, siyasal, ideolojik, kültürel, vb. şiddetinin, baskısının, sömürüsünün, tahakkümünün meşrulaştırıcısı olmamalıdır.
5) Öğrenci, eğitim öğretimin nesnesi değil, öznelerinden biri olmalıdır. Çünkü değiştirip dönüştürecek olanlar ‘nesne’ler değildir. ‘Nesne’ler, her zaman birileri tarafından belirlenmeyi, bir küp gibi doldurulmayı bekler. Belirleyenin amaç ve direktifleri doğrultusunda yapar ya da yıkar. Özneler ise düşünür, sorar, sorgular, üretir, söyler ve değiştirip dönüştürür. İtaat ederek değil, bile isteye, aynı zamanda kendini gerçekleştirerek yapar.
“Genel kabuller ve ilkeler”le, varolan gerçekliği de dikkate alarak, değişim ve dönüşüm doğrultusunda acilen yapılması gereken ve yapılabilecek öncelikli uygulamalar şunlardır :
1)Tüm özel, tüzel kişilerin, vakıfların kontrolünde olan özel okullar, kolejler, yurtlar kapatılarak bakanlığa ya da oluşturulacak özerk bir kurula bağlanmalıdır. Devlet, kendisinin yapmaması gereken, bireyi siyasal, ideolojik, dinsel,vb. olarak biçimlendirmeyi, kendi dışındaki hiçbir kurum ve kuruluşun da yapmasına asla izin veremez.
2) 4 ya da 5 yılık bir geçiş dönemi içinde, eğitimin zihinsel ve bedensel olarak ayrılmasını ortadan kaldıracak plan ve hazırlıklar yapılarak, bugünkü ikilik ortadan kaldırılmalıdır. Ortaöğretim sonrası, iş ile işe dönük mesleki-teknik eğitim arasındaki spesifik ve bağlayıcı ilişkiyi sağlayacak okullar da hızla açılmalıdır.
3) Eğitim öğretim sürecinin öznelerinden biri de, öğrencinin yanı sıra, öğretmenlerdir. Ancak bugünkü koşullarda öğretmenlerin geneli aktarıcıdır. Bunun bir nedeni öğretmenlerin kendileri, diğeri ise eğitim öğretime ilişkin mevcut durumdur. İkisinin de değişmesi gerekir.
Bunun için öncelikle, öğretmenliğin, sosyal, kültürel, entelektüel, psikolojik, vb. boyutlarıyla bireyin kendini gerçekleştirerek toplumun yeniden üretimine katıldığı, aidiyet ve doygunluk sağlayan bir çalışma kılınması gerekir. İkincisi öğretmenden memur, memurdan öğretmen olmaz. Bundan dolayı, sosyal ve özlük hakları, koşullara ve nesnel ölçütlere bağlanmış iş ve çalışma güvencesi korunarak, öğretmen memurluk prangasından kurtarılmalıdır.
Öğretmen, sürekli kendini geliştirmeli, kendi alanı başta olmak üzere, bilimsel, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, vb alanlardaki gelişmeleri izleyerek, yaşadığı dünyayı anlayıp anlamlandırabilmelidir. Sahip olduğu ve giderek bir dogmaya dönüşen siyasal, ideolojik, inançsal kabulleriyle algılamaya çalıştığı ya da bu, kendisine aktarılan kabuller temelinde sunulan dünyada yaşayıp durmamalıdır.
Öğretmenlerin hem bu noktadaki hem de geneldeki durumunun ölçülebilmesi için, 2 ya da 3 yılda bir sınav yapılmalı, bu sınavlarda başarılı olamayan öğretmenler bir dahaki sınava dek, aktif görevden alınarak hizmetiçi eğitime tabii tutulmalıdır. İkinci sınavda da başarısız olan eğitim öğretim alanının dışına çıkarılıp daha geri bir alanda istihdam edilmelidir.
4) Aslında ortaöğretim gibi, ilköğretimin de verdiği eğitimin ve diplomanın geçerliliği, resmiyete haiz olmanın dışında, tartışmalıdır. En temel ve asgari düzeydeki matematik, dil bilgilerinden ve kazanımlarından yoksun olarak ortaöğretime gelen öğrencilerin sayısı hiç de küçümsenecek, görmezden gelinebilecek düzeyde değildir. Ve bu “sağır sultan”ın bile kulağına ulaşmıştır artık. Bundan dolayı, geçiş dönemi boyunca, her ortaöğretim kurumu, kaydettiği öğrencilerin matematik, dil, sosyal bilgiler ve fen bilgisi alanında hangi düzeyde olduğunu ölçecek sınavlar yapmalı ve en az yarım dönem, eksiklik tespit edilen alanlardaki eksikliğin giderilmesi için, bu öğrencilere dönük programlar uygulamalıdır.
Ortaöğretimden, anadilinde okuyup yazamayan, en basit matematik işlemleri yapamayan öğrenciler bilumum malum nedenlerle mezun edilmektedir. Bunu da dikkate alarak, eğitimde “tekkültürlülük”ten “çokkültürlülüğe” geçilmelidir. Anadilinde okuyup yazamayan öğrenciler mezun etmek, en hafifinden, eğitim sisteminin bir ayıbıdır.
5) Proje ve performans ödevleri, sosyal etkinlikler ve davranış dışında, öğretmenler ölçme ve değerlendirme sürecinden alınmalıdır. Derslere ilişkin ölçme değerlendirmeler, merkezi olarak yapılmalıdır. Bu sınavlar başlangıçta ya da geçiş dönemi boyunca, il, ilçe ya da eğitim bölgelerinin koşulları dikkate alınarak, her bölgeye özel olarak yapılabilir. Bu sınavlar aynı zamanda öğretmenin de ölçülüp değerlendirilmesinde temel kriterlerden biri olmalıdır
Sonuç: Türkiye’de eğitim öğretim sisteminde ve programındaki değişiklikler genellikle uluslararası etkileşimler, hatta asıl olarak da yönlendirmelerle olmuştur ve ithaldir. İlköğretim programında yapılan ilk kapsamlı değişiklik, Amerika’nın “Türkiye’yi komünizmle mücadelenin kalelerinden birine dönüştürme” planı çerçevesinde, Amerikan Ford Vakfı’nın fikri yönlendiriciliği ve mali desteğiyle gerçekleştirilmiş ve zaman içerisinde uygulanıp ‘meyveleri’ derlenmiştir. İkincisi ve hala uygulanmakta olan ise Avrupa Birliği’ne uyabilmek için…
Şimdi önümüzde bir fırsat vardır: Her kesimden insanın eğitimin çöktüğünden, sefaletinden söz ettiği bir zamanda, ilk ve ortaöğretimden başlayarak eğitim öğretimin tüm alanlarına ilişkin Türkiye toplumunun yetiştirdiği, eğitim felsefecisinden tarihçisine, dilbilimcisinden fen bilimcisine, sosyologundan eğitim bilimcisine dek alanın yetkin insanlarıyla, eğitimin çerçevesinden derslerin içeriğine ve mekânların tasarlanıp düzenlenmesinden eğitim materyallerinin hazırlanmasına dek kapsamlı çalışmalar başlatılmalıdır.”
Yazıda “Şimdi önümüzde bir fırsat vardır” deniliyordu, halisane duygu ve düşüncelerle… Daha “kindar ve dindar nesiller” misyonu ilan edilmemişti. Ve daha 2004’te Amerikan SPAN şirketiyle çalışmalar, planlamalar yapıldığından habersiz olarak. Yıllar geçse de birilerinin Amerikan emperyalizmi aşkının ilk fırsatta yeniden nüksettiğini bilmeden.
“2023 Eğitim Vizyonu”nun açıklanmasının ardından, basında çıkan haberler ve Talim Terbiye Kurulu eski Başkanı İrfan Erdoğan’ın manidar bir biçimde “Türk Milli Eğitim Sistemi dev bir sahne gibidir. Ve bu sahneye her an yeni bir oyun konabilir. Bu arada işin ilginç tarafı da şudur ki; sahneye konan vizyondaki oyun da çoğu zaman yeni olmaz.” diyen sözlerinden öğrendik ki fırsat yine kaçmış!
Oysa eğitim bilimcisinden öğretmenine, eğitim felsefecisinden sosyologuna, psikologundan dil bilimcisine bu işi başarabilirdik! Ne yazık ki bir kez daha yitirdik bu fırsatı… Hem de misyon ve vizyon diye diye… Bir eğitim enkazı ve sefaletinin üzerini “Nicelik birikimi” şalıyla örterek… Lakin hangi sıfata sığınırsanız sığının! Gerçeğin üzerini hangi sözle örtmeye çalışırsanız çalışın! Eğitimde yaşanan enkaz da onun hakikati de galebe çalıyor! Lütfen, öğretmene akıl değil, kulak verin!
* Felsefenin Işığında / Felsefece http://atalaygirgin.blogspot.com
1 https://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli-1001/2249710-bir-egitim-neferinin-feryadi#
2 https://atalaygirgin.blogspot.com/2009/07/egitimde-radikal-degisim-zamandr.html?m=0 Bu yazı aynı zamanda Radikal Gazetesi’nde de yayınlandı. http://www.radikal.com.tr/tartisiyorum/egitimde-radikal-degisim-zamanidir-948004/