Mukavemet testinden geçiyoruz sanki! O derece yani…

AKP’nin kaç milletvekili var bilmiyorum, merak da etmiyorum! Ancak bildiğim ve gördüğüm gerek vekil, gerek bakan, gerek yönetim kademesi tekmili birden hangi...

Neşe Doster Yazar nesedoster@yahoo.com

AKP’nin kaç milletvekili var bilmiyorum, merak da etmiyorum! Ancak bildiğim ve gördüğüm gerek vekil, gerek bakan, gerek yönetim kademesi tekmili birden hangi konuda konuşurlarsa konuşsunlar ağızlarını açtıkları anda tek bir söz, tek bir retorik, tek bir ezberleri var; “CB’mızın liderliğinde ve engin vizyonuyla ortaya koyduğu!” diye başlıyorlar söze. Liderliğe ve engin vizyona sözümüz yok da! Da’sı şu!

Pancar ülkesiyiz, şeker ithal ediyoruz! Et süt ülkesiyiz, et ithal ediyoruz, fiyatlar cep yakıyor. Zeytin ve ayçiçeği ülkesiydik, yağ fiyatları alıp başını gidiyor! Buğday ülkesiydik ekmek askıya çıktı! Pamuk ülkesiydik, tekstil piyasası kan ağlıyor! Vizyon ve liderlik buysa ülke niye huzursuz?

15 saatlik uçak yolculuğuyla ancak varılan Venezüella’da buğday ekip, ülkeye taşımak, maceralara atılmak, hem üreticiyi hem tüketiciyi mağdur etmek hangi engin vizyona sığar? Eskiden olduğu gibi tahıl ülkesi olan ülkemizde ihtiyacımız olan her şey niye üretilmiyor? Oysa yine üretilebilir, üretilmelidir.

Açlık sınırı 6.392 lira, yoksulluk sınırı 4 yılda 4 katına ulaşarak 20 bin TL’yi aştı. Çocukların aç, öğrencilerin yurtsuz, yetişkinlerin evsiz, gençlerin umutsuz, dışarda yemek yemenin lüks, sinema ve tiyatroya gitmenin düş, pahalılığın kâbus olduğu günümüzde! İçerde emir, baskı, gözdağı, sitem, dışarda minnet, ricayla, kapatılan dosyalar ve unutulan sözlerle yönetilen bir ülkede biz neyi konuşuyoruz?

Göçmen ve sığınmacı sayısında dünyada birinci olmuşuz. Gözümüzdeki perde ne zaman kalkacak diye beklerken, bazı dosyalar kapanmazken, olup bitenin sonuçlarını görmeyenlerin ülkesinde biz hala neyi anlatıyoruz?

Yine kadınların alınmadığı cenazede devlet ricalinin hazır bulunup boy gösterdiği ülkemizde, 15 ay önce dünyaya katil diye ilan ettiğimiz veliaht prensi apronda karşılayıp, kapıya kadar uğurlayanların, devlet geleneğinin, protokol kuralların askıya alındığı karşılama törenlerinde, “Bu Suudi yüksektir!” şarkısının çalındığı saray yemeklerinde biz hala lafı niye uzatıyoruz?

7-8 kişilik odalarda kalan, makarnayla beslenen, konsere, tiyatroya gidemeyen, umudunu yitiren gençlerin, yetişmiş, hazır paket beyinlere konan batının, tavuğun kemiğini bile alamayan ailelerin, zamlar çığa dönüştükçe çığlığı artan insanların, dünya çapında yapılan ankete göre sinirlilikte ikinci, üzüntüde üçüncü olan ülkemizin hali pür melalini görünce biz hala neyi tartışıyoruz?

Son 20 yılda 27 kez değiştirilen ormana kanununa bakınca! Devlet ormanlarının yapılaşmaya açılmasını, işgal edilenlerin satılmasını, ormanlık alanlarda yabancı şirketlere siyanürlü altın arama ruhsatı verilmesini içeren değişiklikleri görünce! Biz hala orman yangınlarına neden şaşırıyoruz?

Ülkemizde yıllık ortalama orman yangını sayısı 3 bin civarında. Marmaris alev alev yanarken, 3 bin hektar alan kül oldu. Ağaçların, bitki örtüsünün, sincapların, kaplumbağaların, kırlangıçların kavrulduğu, 5 günde 4500 hektarlık zümrüt yeşili ormanın yandığı, masmavi cennet koyların karardığı Marmaris’te yanan ağaçların çatırtısı, kavrulan hayvanların çığlığı ihmallerin sonucu değilse nedir? Binlerce hektar orman yok olurken Bakan Kirişçi; “İzlediğimizde gördüğümüz manzara çok korkutucu ve ürkütücü bir manzara değildi!” dedi! Sormak gerek kendisine daha ne olmalıydı korkutucu ve ürkütücü olması için?

Yurttaşın sırtına ek yükleri bindirdikçe, ekonomide umudu şimdilik Bin Selman’a bağlayanlar; Acaba körlük, sağırlık duyarsızlık sürdükçe, ülke başta ekonomi olmak üzere kaosa sürüklenip manevra alanı daraldıkça, zam yağmuru herkesi ve her kesimi ıslattıkça belli yeni arayışlara girecekler de hedefte kim var o meçhul!

Aklıma geldi paylaşmasam olmaz. Albrecht Dürer’in ünlü eseri “Mahşerin Dört Atlısı” zamana ve zemine göre değişiyor mu? Savaş, salgın, göçler kıtlık, ya da işsizlik, ekonomik kriz, yoksulluk, yok sayılma, sallanan parmaklar, havada uçuşan hakaretler de bu atlılardan sayılmaz mı? Ya da niye sayılmasın? Çünkü hepsiyle iç içeyiz, hepsinin dolaylı ya da dolaysız içindeyiz ve birebir yaşıyoruz.

Sözün özü: Hayata karşı omurgalı duruşunu hiç bozmayanlar bir yanda, kutuplaştırarak duvar örenler her yanda iken, ödenecek bedel katlanarak artıyor. O nedenle bu gerçekler, bilinmeli, duyulmalı, unutulmamalı ve sık sık kayda geçmeli…

Toparlarsam! İşçinin hakkının, emekçinin alınterinin görülmediği toplumlarda güvensizliğin nedeni yönetememe olmasın! Masalsı öğelerle bezeyerek abartılı bir şekilde başarı diye anlatılanlar, rekor diye sunulanlar, iş bilmezliğin, liyakatsizliğin, yanlış ve yanlı uygulamaların sonuçları olmasın!

Hatırlatma notu: Gülten Akın diyor ki; “Unutmayın! İnsan sorumluluktur!” Yönetim katında bu sözü esas alan var mı? Ya da iktidar güldürmeyi yasaklayınca gülmeyi de unutturduğunun farkında mı? Bu arada olup bitene her şeye rağmen şaşırmayan, kaygılanmayan, yüreği sıkışmayan varsa yüreğini ve vicdanını yoklasın! Ne diyor Özdemir Asaf; “Kimi gittikçe kalır, kimi kaldıkça gider!”

Tüm yazılarını göster