6 siyasi partinin sözcülerinin sunumu, başkanlarının da imzası ile Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için Mutabakat Metni kamuoyu ile paylaşıldı. Hem 28 Şubat buluşmasına giden süreç, hem toplantının ortamı, hem de Mutabakat Metni bir hayli konuşuldu. Belki sıcak savaş olmasaydı daha fazla gündem olurdu.
Ben de görüşlerimi madde madde yazmak istiyorum. Tarihe kayıt düşelim diye:
28 Şubat'a gelen sürece dair: Tüm eksikliklerine rağmen yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edersek, hassas bir denge üzerinde, farklılıklara, geçmiş yüklere yöneltilen sert eleştirilere karşı durarak bir masaya oturulabildi. Bu önemlidir.
Ben olsam tarih olarak 1 Mart Salı gününü seçerdim ve tüm başkanların kısaca konuştuğu tarihi bir Mutabakat Grup Toplantısı düzenlerdim. Ama neyse...
Toplantı günü: Çok profesyonelce çalışılmış, heyecanı yüksekti. Mutabakat metninden özetlenen bölümleri sunacak kişiler -tek başına bakıldığında- bence uygun seçilmişlerdi. Ama hiç mi kadın genel başkan yardımcısı yoktu? Bu konu gerçekten büyük sorun. Keşke sunumlar ikili yapılsaydı? Mesela, Muharrem Erkek - Gökçe Gökçen; Mustafa Yeneroğlu - Elif Esen; Bülent Şahinalp - (ve buraya Demokrat Parti'nin Başkanlık Divanında tek bir kadın üye dahi olmaması ayıbını bırakalım); Ayhan Sefer Üstün - Prof. Serap Yazıcı; Bahadır Erdem - Ünzile Yüksel; Bülent Kaya - Nurgül Beytiye Ekinci birlikte sunsaydı olmaz mıydı?
Mutabakat metni: Siyasi parti sözcülerinin bölümler okuduğu (net olarak) 40 sayfalık mutabakat metninin popüler, zararsız, muhalefetin içerisinde sorun yaratmayacak başlıkları öne çıkardığı; sıkıntı yaratabilecekleri ya da (galiba) üzerinde uzlaşma sağlanamayanları görmezden geldiği görülüyor. Bu da metnin genelinin dengesi ve insicamı açısından önem taşıyor. Sırayla üzerinden geçeceğim.
Önsöz: Önsözde 2 büyük eksik olduğunu düşünüyorum: İnşa edilmesi planlanan sisteme dair laiklik vurgusu ve sosyal devlet anlayışı. Metindeki "...bireylerin eşit ve özgür vatandaş olarak düşüncelerini özgürce ifade edebildiği ve inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir" cümlesi laiklik şartı olmadan dayanaksız kalıyor. Yine "...güçlü, özgürlükçü, demokratik, adil bir sistem inşa etme kararlılığı..." devletin sosyal kimliği ile garanti altına alınmalıdır düşüncesindeyim.
İlk 34 Sayfa: Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi enine boyuna anlatan bu mutabakat metni 34 sayfada bitiyor. Bu ilk bölüm üzerine ciddi bir çalışma yapıldığı ve üzerine uzlaşmanın çok da güç olmadığı da belli. Yasama, yürütme ve yargının üzerindeki bu ağır yıpranmayı ortadan kaldıracak önlemlere fazla bir itiraz olmayacaktır. Ancak 35. sayfadan itibaren "Demokratik Hukuk Devletinin Güçlendirilmesi" başlığına geçilmiş. İşte buradan itibaren de seçicilik başlıyor.
Din ve Vicdan Özgürlüğü: "Din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alan demokratik laik hukuk devleti çoğulcu toplum düzeninin temelidir" cümlesinde mütevazı bir şekilde yer bulmuş olan "laiklik" ifadesi, aslında en baştan beri tarif edilen Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ve mutabakatta tanımlanan devlet anlayışının temel harçlarından biri olmalıydı. Metindeki "...herkesin inancına, kanaatine ve yaşam tarzına saygı duyulduğu, kişilerin din, inanç ve yaşam tarzı fark etmeksizin özgürce yaşadığı, herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak eşit şekilde toplumsal, kamusal ve siyasal yaşama katıldığı bir sistem inşa edilecektir" ifadesi, en çok da eğitim, çalışma, bütçe gibi alanlarda ihtiyaç duyulan laik devlete vurgu yapmıyor.
Kadın Hakları: Kadın Hakları için ayrı bir başlık açılmış. Özellikle eşitliğe vurgu yapılmış. Ancak, örneğin 2010'daki Anayasa değişikliğinin belki de tek anlamlı maddesi olan pozitif ayrımcılık, yani eşitlik sağlanana dek açığın kapatılması yönünde vurgu yok. "İstanbul Sözleşmesi" gibi hayati bir konu ise "uluslararası sözleşmeler etkili şekilde uygulanacaktır" ifadesi içine sıkıştırılmış. Öte yandan cinsel yönelim mutabakat metninde bulunmuyor. Üst metin olarak cinsiyet geçmekle birlikte, bunun cinsel yönelimi kapsamadığını biliyoruz. Yani uluslararası kabulde bu böyle, biz demiyoruz. Cinsel yönelim konusunda CHP'nin bir dönem demokratik ve özgürlükçü yaklaşımı oldu, ancak uzun süredir pek konu edilmiyor. Burada en büyük direncin Saadet Partisi olduğu aşikar. Eğer bir dünya devleti olunacak ise bu alandaki insan hakkı da hazmedilmeli.
Sosyal Haklar: Ne yazık ki mutabakat metninde sosyal haklar ile sosyal politikalar birbirine karıştırılmış. Oysa sosyal haklar refahın adil bölüşümü ve engelli vatandaşların yaşam alanlarından ibaret değil. Sosyal Haklar Derneği'nin iki dönem başkanlığını yapmış biri olarak, sosyal haklar konusunda 6 partiyi bilgilendirmeyi kendime görev biçtim. Zira sosyal haklar ekonomi, çalışma hakkı, eğitim, sağlık, ulaşım, kent gibi başlıklarda uzayıp gider ve engelli vatandaşlar da bu hakların kullanımında pozitif ayrımcılığa tabi tutulması gereken hak öznelerinden sadece bir gruptur. O nedenle bu bölümü şimdilik uzatmayacağım.
Çevre ve sürdürülebilirlik: Her ne kadar bu iki kelime, hızla gelişen ekoloji literatüründe eskimeye yüz tutmuşsa da bu başlığa bu kadar geniş alan açılması önemli. Ekoloji konusu dışarıdan bakıldığında risksiz ve kamuoyunun sempatiyle baktığı bir alan gibi görünüyor. Ancak işin içine girildiğinde öyle olmayacak, şimdiden belirtelim. Milletvekili olduğum dönemde sık sık hedefe girdiğim bu alanda en çevreci görünen partiler, partililer, kişi ve kurumlar bile arıza verebiliyor. Yine de mutabakattaki "Çevre Mahkemeleri" konusu çok önemli. Buna sıkı sıkı sarılmalıyız ve kavgaya devam etmeliyiz, kim gelirse gelsin.
Eğitim: AKP döneminde en büyük tahribatın yapıldığı ve toparlanmasının yıllar alacağı bir alan. Ama mutabakatta bir başlık altına alınmamış. Kelime taraması yapıldığında örneğin çevre, insan hakları ve kadın-erkek eşitliği alanında müfredat geliştirmekten söz ediliyor. Kız çocukların eğitimine vurgu yapılıyor, güzel. Eğitim, Akademik Özgürlük ve Üniversiteler başlığı altında var, evet ama yetmez. Küçük çocuklarımızı tarikat yurtlarına, gençlerimizi cemaat okullarına teslim edecek miyiz? Bir sosyal hak olarak herkes için ücretsiz, kamusal ve laik eğitimi sağlayacak mıyız? Bir Aladağ, bir Erzurum ve daha nicelerini yaşamaya tahammül kalmadı.
Neler yok? Emekçiler, çalışma hakkı, iş cinayetleri yok. Sağlık hakkı yok, sağlıkta özelleştirmeler, şehir hastaneleri yok. Kent hakkı, barınma hakkı, kentsel yaşam alanlarının tarumar edilmesi yok. Çocuk ve gençliğe dair detay yok. Sanat, kültür, spor yok. Sığınmacılar yok. Bunların olması gerekli miydi? 35. sayfadan sonra evet.
Umut var: Muhalefetin yüzde 20'ye yaklaşan kesiminin bu mutabakatta olmamasının gönüllü bir seçim olduğunu düşünüyorum. Öte yandan Kürt vatandaşlara da dönük bir mesaj olarak "seçme ve seçilme hakkını yok sayan kayyum uygulamalarına son verilecektir" ibaresi kullanılmış. Sonuçta her şeyden öte bence umut var. Bu mutabakatı genişletmek üzere parmağımızı sokup bir delik açacağız ve çevire çevire genişleteceğiz ki daha kapsayıcı bir toplumsal mutabakat haline dönüşsün.