Son zamanlarda bazı kişileri karikatürize etmek için kullandığımız ‘‘nargile cafe’’ metaforu üzerinde biraz düşünmemiz gerekiyor. Niçin belirli tipteki insanları tanımlamak için özellikle nargile cafe’yi seçiyoruz? Sanıyorum bunun sebebi, son yıllarda, özellikle büyük şehirlerin gözde semtlerinde açılan bu mekanların ya siyasi sohbetlere ev sahipliği yapması ya da bir şekilde siyasi kimliği olan insanları ağırlaması. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile birlikte, nargile cafeler iş çıkışı gidilen sosyalleşme mekanları olarak öne çıktı. Partinin muhafazakar kimliğine uygun olarak, partili erkekler içki içilen mekanları tercih etmediler ve rahatlamak için mübah gördükleri bir keyif verici madde olan nargile eşliğinde meclisler kurup sohbet ettiler. Yıllarca Cumhuriyet Halk Partililer ile özdeşleştirilen meyhanede siyaset konuşma klişesi nargile cafelerde siyaset konuşan AKPliler ile ikame edildi.
Nargile Cafe müdavimi derken murad edilen aslında muhafazakar siyaset üzerinden hayatını kazanan kişileri işaret etmek. Bu insanlar Ankara kulislerine, iktidar mekanizması içindeki ilişkiler ağına ve AKP’nin genel siyasi duruşuna tam olarak hakim olmak için sosyalleşiyorlar. Bu süreç, hem kendi siyasi pozisyonlarını doğru belirleme hem de bürokrasi içerisindeki bağlantılarını genişletme imkanı sunuyor onlara. Dolayısıyla, siyaset üzerinden hayatını kazanan, kariyerini inşa eden ve aslında bu şekilde hayatta kalan bir sınıftan bahsediyoruz.
AKP iktidarı öncesi, muhafazakar kesim salaş, soba ile ısıtılan çay ocaklarında, dizlerini kırıp kayık taburelere oturarak sohbet eder, günün köşe yazılarını veya sağ cenahın önemli şahsiyetlerinin kitaplarındaki ilgilerini çeken bölümleri birbirleriyle tartışırlardı. İktidardan uzak olunan yıllarda, bu tip bir sosyalleşmenin maddi bir menfaate tahvil edilebilir bir tarafı yoktu.
Oysa AKP iktidarı ile birlikte, salaş çay ocakları yerini lüks nargile cafelere bırakırken, muhabbetler ise ideolojik bir eksenden çıktı ve kişisel ikbal hesaplarının yapıldığı yüzeysel bir etkileşime döndü. Bu etkileşim, Erdoğan’ın iktidarını devam ettirmenin bir amentü olarak kabul edildiği ve ortamda bulunan herkesin ikbalinin bu durumun devamına bağlı olduğu bir nas ile bağlıdır. Yani çerçeve, sağın en güçlü partisi olan AKP’nin ilanihaye ülkeyi yönetmesi gerektiğidir. Diğer bütün kariyer hesaplarını, parti içi çekişmeleri, kulis bilgilerini şekillendiren şey bu ön kabuldür. Her olay ve olgu bu normatif ön kabul ile algılanır ve o şekilde yorumlanır.
Dolayısıyla nargile cafe sağcılığının muhatap olduğu bir gelişmeye karşı zihninde uyanan ilk tepki, bunun Erdoğan’ın siyasi ikbaline yaptığı etkiyi hesaplamak olacaktır. Bu durum, sistem içerisindeki diğer siyasi aktörlerin, Erdoğan’a fayda sağlamak veya zarar vermek dışında, müstakil bir kişilikleri olabileceği ihtimalini yok sayar. Yok sayar çünkü partiler, kadroları, söylemleri ve oy oranlarıyla adeta donmuş bir evrene aittirler.
Bütün hesaplar, artması ve azalması mümkün olmayan belirli güç kapasitelerine sahip oyuncular arasındaki ittifak ilişkilerine göre yapılır. Bu süreçte, Erdoğan’ın kurduğu ittifakın içinde ve dışında yer alan aktörlerin her davranışının tek bir amacı olduğuna hükmedilir. Bu amaç meleklerden ve şeytanlardan oluşan bir masal dünyasından, iyilerle kötülerin savaşının konu edildiği fantastik bilim kurgu filmlerinden farksızdır.
Bu düşünce tarzı kendiliğinden, seçmen ile parti arasında bir kaynaşma olduğunu ve seçmen hareketliliğinin mümkün olamayacağını var sayar. Bu yüzden, nargile cafe sağcıları anket sonuçlarına müpteladır ve şirketlerin yayınladığı kapsamlı analizlerin sadece ilk sayfasında yer alan “yarın seçim olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz?” bölümünü okumakla iktifa ederler. Bu oy oranlarının kendilerini rahatlatacak düzeyde olması, toplumdaki diğer göstergeleri ve değişimleri hızlı bir şekilde önemsiz kılar. Bu durum, onların parti seçmenlerini yekpare bir bütün olarak algılamasını da beraberinde getirir.
Mesela AKP seçmeni aslında tek bir adama benzemektedir. CHP seçmeni dendiği zaman gözlerinin önüne bir prototip gelir. Böylece partileri tek bir kimliğe hapsederek öyle değerlendirirler. Seçmenlerin gelir düzeyi, cinsiyeti, eğitim durumu, yaşı, kendilerini tanımladıkları ideolojik nokta önem arz etmez. Bahsettiğim düşünce silsilesinin partileri, dindar, seküler, milliyetçi, Kürt, Alevi gibi sıfatlar ile tanımlaması ve buna uygun olarak bir siyaset okuması geliştirmesi bu yüzden pek de şaşırtıcı değildir.
Ne var ki, Türkiye siyasetine yönelik bu sığ okuma kültürü, anket sonuçlarının arzu edildiği gibi gelmediği dönemlerde sendeler. Zira seçmenin yekpareliği ve parti sadakati aşınmakta, kararsız hatta parti değiştiren seçmen olgusuna rastlanmaktadır. Dolayısıyla nargile cafe sağcılığının bu kayıplara karşı verdiği tepki, kararsız ve tercih değiştiren seçmenin kimliğini anlamak yerine hali hazırda zihninde oturttuğu ve partilerle özdeşleştirdiği kimliklere daha fazla vurgu yapılmasını önermek olur. Mesela, AKP seçmenini sadece dindarlık kimliği üzerinden tanımlamak, partiden kopan seçmenin de daha fazla din vurgusuyla geri kazanılacağı zannını yaratır. Parti zayıfladıkça din vurgusunun artması aslında bu zihin mekanizmasının kaçınılmaz şekilde varabileceği tek sonuçtur.
Son zamanlarda yaşadığımız siyasal dönüşüme ve oy verme eğilimlerinin değişiyor olmasına AKP’nin sürekli olarak din üzerinden cevap vermesinin sebebi muhtemelen parti danışman ve kampanya çalışanlarının benzer bir nargile cafe sağcılığına müptela olmalarından kaynaklanıyor. Yıkılan aslında onların Erdoğan’ın siyasi ikbaline endeksledikleri ve bu normatif önermeyle düşünmeye başladıkları zihin yapıları. Siyaset sahnesine yeni aktörlerin girmesi ve mevcut aktörlerin söylem ve politika değiştirmeleri bu yüzden bir türlü algılanmak istenmiyor. Eski dünyalarını muhafaza etmek için kuvvetli bir şekilde direniyorlar. Ve bütün değişim gayretlerine rağmen, muhalefet partilerinin pragmatizmini inkar etmeye devam ediyorlar. Misal, Kılıçdaroğlu’nun muhafazakar kesime yönelik güven verici açıklamaları onlar için bir anlam ifade etmiyor zira CHP’nin zihinlerinde kodlanma biçimi onlara sürekli olarak iktidar bahşedecek dışlayıcı bir sekülerlik. CHP’nin muhafazakarları kapsayıcı söylemi bu yüzden nargile cafe sağcılığını mutlu etmek yerine oldukça kızdırıyor.
Benzer şekilde, kafalarında milliyetçi olarak kodladıkları Akşener’in Anadolu kasabalarını gezerek dert dinlemesi, bulduğu bir taburenin üzerine çıkıp halka seslenmesi ve milli güvenlik meseleleri yerine ekonomik sorunlardan bahsetmesi onların dünyasında yeri olan bir olgu değil. Onlar, sürekli olarak HDP’den, Kürt sorunundan ve milli güvenlik meselelerinden bahseden, kendi milli hassasiyetini izah ve ispat etmek için çırpınan %9’luk bir İYİ Parti’nin donmuş bir şekilde sonsuza kadar orada durmasını arzu ediyorlar.
Burada en büyük yanılgılardan bir tanesi nargile cafe sağcılığının AKP ile özdeşleştirilmesi olacaktır. Zira, AKP’den ayrılan seçmen kitlesini kendisine çekmek isteyen muhalefet partileri de maalesef bu tip sağcılığın ezbere siyaset okumasının cazibesine zaman zaman kapılabiliyorlar. AKP’den kopanları kendi saflarına çekmek için partilerin bu insanların tek derdi İslami söylem eksikliğiymiş gibi davranması ve kimlik politikasının hayır getirmeyen diline sarılmaları başta bahsettiğim düz ve yüzeysel sınıflandırmadan kaynaklanıyor.
Seçmeni yekpare bir bütün olarak gören, bir kimliğe hapseden, onların kimlik dışındaki rasyonel ihtiyaçlarını es geçerek yapılan kampanyalar ve oluşturulan söylemlerden aslında hayır da gelmiyor. Çünkü bu strateji, Erdoğan’ın ikbaline endekslenen siyaset okumasına özgü basma kalıp önermelere dayanıyor.
Halbuki, seçmenlerin partilerin tapulu malı olmadıklarını, onların gündelik hayatlarında insani ihtiyaç ve özlemlerle hareket ettiklerini ve oy verme davranışlarını değiştiren olgunun hayatlarını doğrudan etkileyen somut problemler olduğunu kabul etmek, anketlerin birinci sayfalarının ötesine geçmek ve son yirmi senemizi yıpratan kimlik temelli ve altı boş siyasi analiz alışkanlığını terk etmek gerekiyor.
Tembel olmamak lazım. Ezbere siyasetin önermelerini hepimiz biliyoruz. Bugün Türkiye’nin dört bir yanındaki nargile cafelerde AKP seçmeninin din hassasiyetlerini, Erdoğan’ın şapkadan mutlaka tavşan çıkaracağını, yine Erdoğan’ın kaybedeceği bir seçime gitmeyeceğini, muhalefetin dindar-muhafazakar seçmeni cezbetmek için onların diliyle konuşması gerektiğini söyleyen insanlar var. Öte taraftan, ‘‘muhafazakarların asırlık rüyası’’ olarak takdim edilen Ayasofya’yı ibadete açmasına rağmen oy düşüşünü durduramayan, kur artışını frenlemek için vulgar bir şekilde merkez bankası rezervlerini yakan, pandemi sürecini yönetemeyen ve son yerel seçimlerde üst üste iki kere mağlup edilen bir Erdoğan var.
Üstelik araştırma sonuçları muhalefet partilerinin toplam %60 oy oranına ulaştıklarını söylüyor. Bunların hiçbiri AKP’nin daha az dindar, CHP’nin daha fazla seküler veya İYİ Parti’nin daha katı bir milliyetçi söylem takip ettikleri için olmadı. Nargile cafe sağcılarının anlamayı reddettikleri ve aslında Erdoğan iktidarda kalmalı önermesinden vazgeçtikleri anda net bir şekilde anlayabilecekleri çok basit bir sebepten gerçekleşti. Toplumun somut sorunlarını çözemeyen parti oy kaybeder ve bu sorunları çözebileceğine toplumu inandıran partiler oy kazanır. Bu somut sorunları konu etmekten ve inandırıcı çözüm önerileri geliştirmekten daha etkili bir siyaset olabilir mi?