İşte Ne Olduysa Ondan Sonra Başladı
Öyle bir laf etti ki… Tuttu, gerçek bir bakanmış gibi, “24 Kasım’da 3600 konusunda öğretmenlere bir müjdemiz olacak” deyiverdi.
Ne vardı ki bunda? Kötü niyetli muhalifler ve iktidarın başarılarını çekemeyen, “üst akıl”ın oyununa gelen hainler hariç herkes ekonominin tıkırında olduğundan söz etmiyor muydu? Hatta kendisini o koltuğa oturtanlar bile sabah akşam ekonominin nasıl şahlandığından dem vurmuyorlar mıydı? Yalan söylüyor olamazlardı ya…
Ekonomist değildi ki… O da bu anlatılanlara inanmış ve 3600 konusunda öğretmenlere bir söz vermişti. Lakin bir eğitim bilimci ve PDR uzmanı olsa da onca yıl mürekkep yalamışlığına rağmen; hâlâ, var denilen, var olduğuna inanılan her şeyin var olmadığını, inanılan her bilginin de doğru bilgi olmadığını ve olamayacağını kavramamış ve anlamamıştı.
Bundan dolayı olsa gerek ki “2023 Eğitim Vizyon Belgesi”nde “Bugün toplumsal, siyasi ve ekonomik alanlar başta olmak üzere, ülkemizde hemen her alanda ortaya konan başarı hikâyelerini, eğitim alanında yapacaklarımızla taçlandırmanın tam zamanıdır.” demişti. Hem de inançla, gururla… Eğitim ordusunun zafer kazanmaya hazır kumandanı edasıyla… Elbette haklıydı. Çünkü doğruluğu bir yana, anlatılan bunca başarı hikâyesinin bir taca ihtiyacı vardı. Ve o da eğitimle sağlanabilirdi.
Ancak işin aslı astarı başkaydı. O bilmiyor olsa da “Polis, hemşire ve öğretmenler” için 3600’ün “son torba yasada çıkar”ıldığı, yaklaşık daha dört ay önce Samsun’dan tüm Türkiye’ye ilan edilmişti4. Hem de en yetkili ağız tarafından. Bazıları canlı olmak üzere tüm televizyon haber kanalları yayınlamıştı bunu. Hatta internet haber siteleri de… Neredeyse herkesin malumuydu bu bilgi…
Öğretmenlerin ve eğitimin “Ziya hoca”sı bunu bilmiyor muydu? Yoksa biliyordu da bu sözün bir fasaryadan ibaret olduğunu mu düşünüyordu? Kendisini bakanlık koltuğuna oturtan birinin doğru söylemediğine mi inanıyordu? Ya da kendi aklınca, hadi “yalan söylediğine” demeyelim, gerçeğe aykırı beyanda bulunduğuna mı hükmediyordu? “Ziya hoca”nın ne düşündüğü, neye inanıp inanmadığı, dahası neye hükmettiği bilinmezdi.
Ama “”son torba yasada çıkarttık” denilen bir düzenlemeyi, sanki kendisi yeniden yapacakmış ya da yaptıracakmış edasıyla, 24 Kasım’da öğretmenlere “müjde” diye sunmasını, bırakın onu atayanları, hangi iyi saatte olsunlar kabul ederdi ki? Akıl var mantık var! Resmi Gazete’de bile yayınlanmamış olsa da yaptık denilen bir düzenleme yeniden yapılır mıydı hiç?
Bu olayın ardından içeride neler yaşanıp yaşanmadığını, gün gelip de yaşayanlar ve tanıkları anlatmadığı sürece bilemeyiz elbette. Lakin, “Ziya hoca”, tabiri caizse haddini hududunu çabucak kavrayıp öğrendi: Gören değil, yalnızca bakan olmaktı görevi… Ve kendisinden istenilenlerin gereğini yapmaktı. İstifa bile edemedi. İstifa ne demek itiraz edecek mecali bile tükendi. Sükût ikrardan gelir dercesine susup koltuğuna oturdu.
O günden sonra yavaş yavaş soldu. Mostralık fotoğraflar ve imaj görüntüleri dışında, ilk günlerdeki gülümsemesinden, heyecanından, bakışlarındaki canlılıktan eser kalmadı. Her geçen gün de öğretmenlerin nezdinde “Ziya hoca”lığını yitirirken, ilk günlerde tweetlerine yağan beğeni yağmuru da diniverdi. “Neden” diye sormaya gerek var mı? Yanıtı belli elbette…
Ama bu süreçte ekonomiyi, ekonominin durumunu öğrenmiş olmalı ki uçak bile inmeyen havaalanları için, yap-işlet-devret yöntemiyle yaptırılan ve geçilmese bile ödemeler yapılan köprüler için milyarlarca dolar dökülmesine “gık” bile diyemezken; tuttu, öğretmen maaşlarının MEB bütçesinde yük olduğunu söyledi. Sanki öğretmen maaşları olmasa ya da yarıya düşürülüverse MEB yatırım yarışına girecek, başarıdan başarıya koşacakmış gibi…
Velhasıl, düşüncelerine, “2023 Eğitim Vizyon Belgesi”nde yazdıklarına katılmasam bile yazık oldu öğretmenlerin “Ziya hoca”sına!
Herkesin kulağına küpe olmadır ki alanındaki donanımı ve uzmanlığı, entelektüel birikimi, halkın ve toplumun hizmetine değil de yaşanan toplumsal gerçekliğe gözlerini kapayarak, kendilerine lütufta bulunanlara sunan herkesin makûs talihidir bu… İbni Haldun bile bu makûs talihten, kaçarak, bir dostunun/arkadaşının sağladığı olanak sayesinde saklanarak kurtulabilmiş ve bu sayede o ünlü eseri Mukaddeme’yi yazabilmiştir. Elbette diğerlerini de… Şimdi, bırakın öğretmenlere ve eğitime ziya olmasını… Kendisine bile ziya değildir artık, Ziya Selçuk. Bakanlık ve bakanlığa yakın çevrelerde konuşulanlara göre o malum günden beri uzun bir süredir, “görevden alınma ya da bakan değişikliği” gerekçesiyle, azledilerek kurtulacağı günü bekliyor. Kimileriyse aynı görüşte değil… “Boşuna bekler” diyorlar, “tepesinde bir “Eğitim Politikaları Kurulu”, yanında da her yaptığını gözeten/denetleyen parti komiseri gibi bakan yardımcıları varken, malum vakıf ve cemaatlerin bir dediğini ikiletmezken, neden azletsinler ki? Posası kalıncaya dek yola devam!” Başka bir çevrede ise “Bakan halinden memnun” denilip ekleniyor: Baksana okullarının sermayesi bile birken üç oluverdi! Neden istifa etsin? Neden istifa edip de her şeyini riske atsın ki…
Bunların hangisi doğrudur, hangisi tevatür… Bilinmez elbette.
Ancak bu söylentileri duyunca insan, merak etmeden, sormadan duramıyor: Acaba kaç bakan azledilmeyi bekliyor? Kaç bakan azledilmeyi, görevden alınmayı bir kurtuluş olarak görüyor? Azledilmeden, örneğin istifa ederek bakanlıktan ayrılabilmek mümkün değil mi? İstifanın bile hükmü yok mu? (Aslında bunun yanıtını Süleyman Soylu’da öğrendik: Biat ve bağlılık dekleresiyle tıpış tıpış geri dönmek. Hem de neye biat ve bağlılık? O dillerinden düşürmedikleri devlete ve millete mi? Anayasaya mı? Cumhuriyete mi? Yoksa…) Eğer öyleyse, günümüz Türkiye’sinde Bakanlık bile esarete mi dönüştü? İnsanın inanası gelmiyor buna... Dahası bir insan, kendisine lütfedilmiş gül gibi bakanlıktan alınmayı, azledilmeyi neden kurtuluş olarak görsün ki? Deli mi bunlar? Neyse soruları daha fazla uzatmadan, yanıtları da sizlere bırakarak konumuza dönelim ve yazıyı bitirelim:
Ahlâki değeri bir yana, elbette bu bir tercihtir. Çünkü her insan yaşamı boyunca tercihlerde bulunur, seçimler yapar. Dahası her insanın öncelikleri vardır. Ve bu öncelikler, andaki ya da süreçteki tercihlerini koşullandırır.
Örneğin; insan sahip olduğu malı mülkü, onca yılın birikimini kaybetmemeyi, bunlara yenilerini eklemeyi, dahası karşılaşabileceği olası güçlükleri önceleyince başka bir tercihte bulunur. Onuru, dürüstlüğü, namusu, etik tutarlığı, erdemli olmayı ve ahlâki değerleri önceleyince de bambaşka bir tercihte…
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk bunlardan hangisini önceliyor, bilmiyorum. Siz karar verin!
Ancak yaklaşık iki yıldır basına ve kamuoyuna yansıyanlara bakınca da insan sormadan edemiyor: Bir “Eski Bakan” sıfatı uğruna değer miydi ‘Ziya hoca’?
YAZININ BİRİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN
* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Lağımpaşalı”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com
4 https://odatv4.com/erdogan-mi-ziya-selcuk-mu-yalan-soyluyor-27111833.html