Sonbaharla birlikte arttı dost ölümleri sanki. Her gidenle parça parça eksiliyor, azalıyor ve yoksullaşıyoruz! Neredeyse uzak dur artık sevdiklerimizden ölüm diyeceğiz. Yazdıklarıyla, konuştuklarıyla, paylaştıklarıyla, hiç tükenmeyecek gibi görünen yaşam enerjisiyle bizi kendisine alıştıran Neslican’ın gidişiyle bir parçamız daha eksildi sanki. Oysa daha yapacak çok işi, moral aşılayacak çok kişi, işlerini çözmek için çırpınacağı çok arkadaşı vardı…
21 yaşındaki Neslican Tay! Kısacık ömrüne rağmen hayata dair, insan olmaya dair, insan kalmaya dair, hastalığıyla mücadeleye dair ne çok şey öğretti bize, ne çok şey öğrendik ondan. Düşünüyorum da; Direnciyle, içindeki fırtınaya rağmen gülen gözleriyle, yaşamdan beslenen duruşuyla, hastalığına meydan okuyan sözleriyle, bir dil sihirbazı gibi sözcüklere takla attıran üslubuyla geride dev bir miras bıraktı ama bıraktığı boşluk çok büyük!
Yaşamayı çok seven, en karanlık ortamda bile gülen, her şeye rağmen yaşama sarılan, baktığı her yerde dostluğu gören, her müziğe eşlik eden, vurguyla, içtenlikle coşkuyla konuşan anlatan biriydi Neslican. Annesinin canı, ailesinin gözbebeği, yakınlarının Nesli’si, dost ve arkadaşlarının yaşam pınarı Neslican yok artık. Pek çok şey öksüz kaldı o gidince…
“Ağlarsa anam ağlar” derler. Bugünden sonra annesi; “Bu gece hep seni düşündüm” diye kızına hayali mektuplar yazacak. Babalar kızlarına çok düşkündür derler. Bugünden sonra babası; “Kızım! Seni şimdiden çok özledim” diye kendi kendine konuşacak. Bugünden sonra kardeşleri: “Abla şey…!” diye başlayan sözün arkasını getiremeyerek boşluğa bakıp duracak. Şimdi gel de bu acıyı anla, gel de bu kaybın boşluğunu anlat, gel de teselli edici sözler bulmaya çalış…
Neslican Tay! Evlat mıydı, kardeş miydi, abla mıydı, yeğen miydi, torun muydu, arkadaş mıydı, dost muydu? Teker teker hepsi miydi, topluca hepsi birden miydi? Kuşkusuz! Ama bir de paylaşımlarıyla, sessiz sözsüz anlaştığımız bakışlarıyla, oluşturduğu saygı ve sevgi çemberiyle bizden, içimizden biriydi o…
“Kendinizi çok sevin, en çok da sol bacağınızı. Ben ağlarken çok çirkin oluyorum benim gözyaşım akmamalı. Bu savaşı belki kaybedeceğim ama savaşarak kaybedeceğim” diyerek, acısına rağmen gülümseyerek kasveti dağıtan güzeller güzeli Neslican! Seni hep anacağız, gülünce daha da güzelleşen genç ve çocuksu gözlerini unutmayacağız. Hastalığa dair, sürece ilişkin verdiğin önemli mesajları, boyunu posunu, daima içi gülen gözlerini, direncini hele de sahici ve samimi olan yüreğini hep hatırlayacağız…
“Zamanım azaldı, artık üzülmeye ve ağlamaya vakit kalmadı” demeyen, hastalığıyla ilgili her gelişmeyi, her aşamayı tebessümle ve gülümseyerek karşılayan, çevresine daima sevgi ve umut aşılayan, dünyalar güzeli Neslican’ın bunca acıyı yansıtmamayı nasıl başardığını anlamakta zorlansak da! Onunla çok güzel anılar biriktirdiğimizi unutmayacağız.
Açık mektup gibi kurguladığım ve kendisini tarif etmeye çalıştığım bu yazımda, kederimi tarif etmem imkânsız. Demem o ki; Neslican! Daha önce kesilen bacağının gömüldüğü yere defnedilmen çok anlamlı! Bu dünyada olmadı ama lütfen oralarda o narin bedenini sağlam tut! Bize ne çok şey kattığını sen de unutma!
Ağladın, güldün, savaşarak yaşadın ve ağlatarak gittin. Uğurlar olsun ışıklarda uyu...