“Bunlar benim hayalim. Benim rüyam bunlar!” diye diye köprüden tünele, kuleden havaalanına, camiden külliyeye, millet bahçesinden şehir hastanesine hep en büyük, en yüksek, en pahalı yatırımların açılışını yapan CB’nin mimari merakını mı?
“CB Hükümet Sistemi; devlet yönetiminde denge, sürat, derinlik, netlik, refah, bereket, bolluk, istikrar, irade, dik duruş demektir” şeklinde açıklama yapan MHP genel başkanının sözlerini mi?
“Türkiye dış politika, ekonomi ve güvenlik alanlarında önce bölgesel bir güce dönüşmüş, sonrada küresel bir aktör haline gelmiştir!” diyen F. Altun’un, insanın ayağını yerden kesen açıklamasını mı?
Hayallerin gerçekleştiği, yerli ve milli yatırım sayılan şehir hastanelerinin Danimarkalılara devrini mi? (Allah için dünyanın da işi zor bizim yüzümüzden! Şimdi de bizi bırakıp Danimarkalıları kıskanacak zavallılar)
Kendi bakanlıklarına şahsi ticaret alanı olarak gören ve eşlerine, kardeşlerine satış alanı açan bakanların çok yönlü ticari başarılarını mı?
Bir türlü ardı arkası kesilmeyen irili ufaklı bilgilerin, sık değişen haberlerin her gün gündeme bomba gibi düşmesini mi? Yüksek itibar gören rol kesen, yol kesen, ahkâm kesenlerin sayısının her geçen gün arttığını mı?
Tarihe karışan değerlerimizi mi? Ölümüne çalışan emekçinin küçülen ekmeğini mi? Depremin ayak seslerine rağmen hiçbir önlem alınmayışını mı?
Son bir yılda 160 motorlu kuryenin iş kazasında hayatını kaybettiğini mi? İş bulamayan kimya mühendislerinin motorlu kurye olarak çalıştığını mı?
Memleketin taşının, toprağının, kupon arazilerinin, ormanının, arsasının, arazilerinin fabrikalarının, bankalarının, gözde işletmelerinin üç otuz paraya satışını mı? Hep aynı kişi ve adreslere giden dev projeleri mi?
Bunca yaşamsal sorun varken, Marmara’nın bu yükü kaldıramayacağı bilimsel olarak açıklanmışken, akıl ve bilim hayır derken, bilimle inat olursa kazanacak taraf baştan belli iken, bilime rağmen hiçbir şey yapılmaması gerekirken, bağıra bağıra geliyorum diyen bu tehlikeye rağmen Kanal İstanbul inadını mı?
İnsana değer vermemenin, hukukun üstünlüğünü kabullenmemenin, doğadan nefret etmenin, kültürel mirasa sahip çıkmamanın sonuçları ortada iken; müzikten, heykelden, baleden, tiyatrodan, resimden özetle sanata dair her şeyden nefret edenlerin ve bunu devlet politikası sayanların kararlılığını mı?
Bazı konularda gözünü açamayanlarla! Bazı konuları göze alamayanlarla! Bazı konularda gerçeğin ta gözünün içine bakamayanlarla! Özetle gözünü kapatmayı seçenlerle bazı şeylerin yürümeyeceğini mi?
Kuruluş değerlerinden ve fabrika ayarlarından giderek uzaklaşan ülkemizin önüne, arkasına, yarınına, geleceğine bakmadan tamamen duygusal Katar ve Bahreyn aşkını mı?
Her yıl bulunan doğalgaz rezervlerini mi? Her yıl bulunduğu ilan ve iddia edilen petrol yataklarını mı? CB’nın;“Türkiye, dünyada haberleşme uydusu üretebilen olan 10 ülke arasına girecek” müjdesini mi?
Bazı kesimlerde duyarlılık tavan yapıyorken, bazı kesimlerde duyarsızlığın zirve yaptığını mı? Deneyim, liyakat, işi ehline vermenin uzun süredir tedavülden kalktığını mı? Siyasi ve sosyal parantezler açmanın başa iş açtığını mı?
İşsiz, aşsız, umutsuz, hayalsiz gezen milyonlarca gencimizi mi? Yaşam alanları daraltılıp hayatları kuşatıldığı için çareyi yurtdışında arayan gençlerin çokluğunu mu?
Yatıyoruz kalkıyoruz aynı konu! Sorular diz boyu. Yetkililer suspus. Ortalık kap karanlık. Umut Kaf Dağının ardında! Göçler katar katar! Hayaller yerle birken gel de yazma…
Kitlesel sahtekârlıklara, eğitim tarihimizdeki yapboz tahtasına, köklü kurumların başına gelenlere, liyakatsiz atamalara, twetlerle, tripodlarla gündemin belirlenmesine, hiç girmiyorum…
Ve sözü Fuzuli’ye bırakarak aradan çekiliyorum; “Söylesem tesiri yok. Sussam gönül razı değil.” Bizimki de o hesap; “yazsak tesiri yok, yazmasak gönül razı değil…