Anlamaya çalıştıklarımızı sorulara dökersek ortaya şu çıkıyor. Eleştiriyi hakaret, özeleştiriyi zafiyet, uzlaşmayı mağlubiyet sayan solo starlara öncelikle sormak gerek! Tarihin verdiği dersleri unutmak size ne kazandırıyor? Aziz Sancar’ın; “Ticari zekâ, siyasi zekâ, pratik zekâ, sportif zekâ, kıvrak zekâdan önce ülkenin ahlaki değerlere ihtiyacı var.” şeklindeki açıklamasına katılıyor musunuz?
Kimilerine dost selamı çakmak, kimilerine gözdağı vermek, kimilerine aba altından sopa göstermek, kimileriyle mesaj içerikli fotoğraf karelerinde buluşmak güncel siyasetin doğasında, yeni normalin sınırları içinde olsa da! Tüm bu tehlikeli sularda kulaç atmak gün gelip devran dönünce sorun yaratmıyor mu?
Açlık sınırının 3 bin 500 liraya dayanması, yoksulluk sınırının 11 bin 863 lira olması evlerde yangın, ocaklarda aş pişmemesi demekken; ekonominin gidişatı bu bağlamda ülkeyi yönetenler için gün ve gelecek adına huzursuzluk yaratmıyor mu? Artan işsizlik, yağmur gibi yağan zamlar, inmeyen enflasyon, yaratılmayan istihdam, intiharları artırırken şahlanış projelerine gölge düşmüyor mu?
Bir gece yarısı kararnamesiyle 8 fakülte, 2 enstitü açmak üniversite mezunu işsizliğe çare midir? Sayıları 103’ü bulan diş hekimliği fakültesi, 14’ü pasif durumda olan, yerleşkesi bile olmayan ve 131’e çıkan tıp fakültesiyle amaçlanan nedir? Boş gezen beyaz önlüklülere yenilerini katarak, kâğıt üzerinde elde edilen başarılara, kırılan rekorlara yenilerini ilave ederek algıyı yönetmek midir?
Suların bir türlü durulmadığı MB’ye bakınca! Siyasetin, bürokrasinin, iş dünyasının, mafyanın kimilerine göre iftira, kimilerine göre iddialarını duyunca! Üzülmemek, karamsarlığa kapılmamak, şaşırmamak, endişelenmemek, ülkemizin yurtdışındaki itibarına, saygınlığına düşen gölgeye kahrolmamak mümkün mü?
Aile bakanının artan kadın şiddeti için: “Kadına yönelik şiddetteki artış tolere edilebilir!” Sözündeki hoşgörü ve tahammül(!) içeren yorum bizi şaşırtmazken yönetimin dikkatini çekti mi? Bu durumda ülkesinin derdiyle dertlenenleri, ülkesine ait hayalleri olanları, aydınlık yarınları umanları daha neler bekliyor?
Salonların inim inim inlediği toplantılarda temel konuları değil de şahlanış masallarını anlatmanın kısa ve uzun vadede getirilerini milletçe görüyor, yaşıyoruz. Haksızın sırtını sıvazlayıp, haklının hakkını yemenin nasıl bir şey olduğunun canlı tanıklarıyız. Ama anlamakta zorlandığımız bir şey var o da şu! Uluslararası düzlemde ve sağduyulu kamuoyunda bu karne geçerli not alır mı? Bu zorlu sınavdan geçilir mi?
Hoyratça, bencilce, bilgisizce sit alanlarına, kıyılara, derelere, tarlalara, dağlara, ovalara, taşlara, ormanlara, ağaçlara çökenlerin doğayla barışı, kendi savaşlarına feda ettikleri bilinirken doğayı katletmeleri demek, yarınlarımızı, geleceğimizi çalmaları demek değil mi? ( bilin ki tam da burada çektiğiniz ahlar ahıma karıştı)
Doğa düşmanları; Tepkisizliğimizden, çabuk ikna oluşumuzdan, hemen unutuşumuzdan, kendimizi çaresiz hissedişimizden, olup bitene katlanışımızdan istifade edip dur durak bilmeksizin daha da çok cesaret kazanmıyor mu?
Kamu mallarının satılması, doğal zenginliklerin bitirilmesi, sit alanlarının, tarım alanlarının sahiplerinin elinden alınarak doğaya zarar vermek için hazır kuvvet bekleyen sermayeye devredilmesi bunun kanıtı değil mi?
Siyasi nezaket tatile çıkalı çok oldu görüyoruz! Etik değerler buzluğa kaldıralı daha çok oldu yaşıyoruz. Şablonların dışına çıkarak algı yönetmenin son yılların pirim yapan modası olduğunu, her konuda yerli yersiz kararlar almanın, anlamsız, mantıksız sonuçlar açıklayarak algı yaratılmasının yıllardır içindeyiz.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin taşınıyor olması, Türkiye’nin ilk çocuk hastanesi olarak kurulan 122 yıllık Şişli Etfal Hastanesinin ne olacağı belirsiz binası, kimliği olan geleneği olan, tarihsel geçmişi olan binaların ranta teslimi, havada asılı kalan tarih taşınır mı sorularına yanıt alamamak bir başka endişe nedenidir de! Anlamakta zorlandığımız şu; Çaya bu kadar düşkün bir ülkede ÇAYKUR’un zarar etmesi akla zarar bir açıklama değil mi? Tüm bunların yüksek tepelerde kayda değer bir yanı var mı? Onu bilmiyoruz…
Yazıyı yıllara ve yollara yayılan bu algı yönetiminin ceremesini kimlerin çektiğine bakarak noktalarsak;
Ne yok derseniz? Okul yok, iş yok, aş yok, arkadaşlık yok, sokak yasak, kahve kapalı, spor yok, eğlence yok, buluşma yok gelecek, yok hayal yok…
Ne var derseniz? Bolca karar, çokça açıklama, keskin kutuplaşmaların yarattığı ruh hali, duyguların ve öfkenin birbirine karıştığı canı burnunda milyonlar! O kadarcık!