Önemini her daim koruyan, sorunlar yumağına ve ülkenin dert haritasına baktığımızda; çözüm üretenden çok sorun üreten sisteme kitlendiğimizde, üretimden kopan, ithalata yönelen, COVİD’le gölgelenen ekonomik verileri değerlendirdiğimizde eğer düşüp bayılmazsak!
Bütçedeki kara deliği kapatmak için duble zamlarla, tek haneye indirilen enflasyonla, yağmur gibi yağan ve hayatı zorlaştıran fiyat artışlarıyla baş etmenin yolu topluca ve ülke olarak sıkı diyetten(!) geçiyor…
Böylece diyete başlarken; Çaydan şekere, doğalgazdan benzine, elektrikten ekmeğe, köprüden otoyollara, tren biletinden uçak biletine, posta gönderim ücretinden havada, karada, denizde her alanda peş peşe yapılan çift haneli artışlara bakarken yönetime göre tek haneli(!) enflasyona dalıp gideriz…
Sonra da insanı derin bir soru işaretinin gölgesinde bırakan, içine oturan, önemini her daim koruyan konular arttıkça önce klasik bir sızlanmanın ardından bazen yazarak, bazen kendi kendimize bıkıp usanmadan konuşarak rahatlamaya çalışırız…
Yetinmez, yazmak topluma karşı bir borç, paylaşmak zorunluluk ve sorumluluk ise, niye yerine getirilmez ki der, bir köşe yazısında hepsini özetlemek zor ama birkaç satır başı verilebilir deyip oturup döşeniriz…
Derken önünüze gel de yaz diyen konular dökülür. Örneğin yaşamın her alanına el atan, her daim durumdan vazife çıkaran DİB’in açıklamaları, üzerine vazife olmayan konularda fikir beyan edenlerin birbirinden ilginç sözlerini duyunca da işin neresinden tutmalı diye düşünüp dururuz…
Aylar önce İran’da bir kadının kendini yakmasından sonra kadınların futbol maçlarına girmelerine izin çıkması, Suudi Arabistan’da kadınlara futbol oynama serbestliği tanınması gibi kadınlar adına geç kalınmış ve buram buram “gerçek çaresizlik” kokan bu tür haberleri duyunca da zihninizin boşaldığını hissedersiniz. Bir kez daha Atatürk ve Cumhuriyet dönemi için; “80 yıllık parantez, reklam arası, enkaz, travma yarattı” diyenlerin bu yersiz, temelsiz, önyargılı sözlerini hatırlar, Osmanlı hayalinin bizi getirdiği noktaya baka kalırsınız…
Yine yetinmez. Ülkede genç işsizlik oranının geldiği yeri, atanamayan öğretmenlerin ağız uçuklatan sayısını, batan esnafı, iflasın eşiğine gelen sanayiciyi, milyon dolarları bulan faiz ödemelerini, gerçeği yansıtmaya enflasyon rakamlarını, toplumu geren her açıklamadan sonra konuyu kapatır gibi yapıp askıya alanları düşünürsünüz…
Özel konumundan ötürü ali makamlar teslim edilenlere bakar, yönetim erbabının yakınlarına jet hızıyla verilen özel bölge tahsislerini, evlatların başlarında bulunduğu vakıf ve derneklere gösterilen ayrıcalığı hatırlar mecaliniz kaldıysa acı acı gülümsersiniz…
Bu koşullarda bazen canınız hiçbir şey yazmak istemez ama! “Ama’sı şu: Yazı geçmişiniz, sorumluluk duygunuz, eğitimci kimliğiniz ve duruşunuz buna izin verir mi? Bu soruya yanıtım hayırdır.
O halde düşler, gerçekler ve gelecekte yaşanacaklar arasında gidip geldiğim bu yazıya noktayı bir süre önce TÜSİAD başkanının; “Başlayan krizle genç işsizlik yüzde 25’e tırmandı, olabilecek en büyük ve yenilmesi en zor risk gençlerin umutsuzluğudur. İktisatta mucizeler yoktur, ekonomiye güven vardır” sözleriyle koyayım…