Salgının gölgesinde renksiz, tatsız, tuzsuz, heyecansız günlerin birbirini izlediğini, enerjimizin artık tükendiğini, belirsizliğin bize neler mal olduğunu, ödediğimiz faturaları ve yarınların daha nelere gebe olduğunu hepimiz biliyoruz, işin vahametinin hepimiz farkındayız, olacakları hiç birimiz bilmez değiliz doğru da…
Bu süreçte neler mi oldu? Soruya soruyla yanıt verirsek ne olmadı ki? Anılarla beslenen dostluklar rafa kaldırıldı, umutlarla, esprilerle, hayallerle yüz yüze yapılan dersler dijital ortama kaydı, sohbetlerle zenginleşen buluşmalar tarih oldu, özenle hazırlanılan davetler, düğünler, nişanlar bir başka bahara kaldı…
Yazarlık derslerine girdiğim öğrencilerimden biri yazdığı dergi için benimle röportaj yapmak isteyince, koşulları dikkate alarak soruları e.postayla yollamasını rica ettim. Sonra da eski günleri, yüz yüze yapılan söyleşilerin zevkini, sorunun soruyu açtığı tadına doyulmaz anları- anıları anımsadım…
Sorular önüme düşünce ilk sorudan itibaren dalıp gittim. Neden derseniz ilk soru şu idi; “Sizin dönemin öğrencilik koşullarıyla günümüzü karşılaştırdığınızda, en çok neyi özlüyor, bizim adımıza nelere hayıflanıyorsunuz?”
Bu zorlayan soruya yanıtım şöyle oldu! Bu sorunuza ağlamadan cevap verebilir miyim bilmiyorum! Çünkü kendi adıma öfkeliyim, üzgünüm, ülkem adına umutsuzum, yarınlar adına kaygılıyım, gençler adına tedirginim, kuşağım adına mutsuzum. Cevabı uzattığımı görünce şöyle düşünmekten kendimi alamadım! Sıraladıklarım yaşadıklarımızın özetiydi ama önemliydi. Anlatmaya çalıştıklarım özetti ama önemliydi. Uzatabilirdim ama gereksizdi…
Evet, benim kuşağımın da ciddi sorunları vardı, ama ülke bu kadar ayrışmamış, ekonomi dibe vurmamış, güven sarsılmamış, memur bugünkü kadar yoksullaşmamış, dış borç tavan yapmamış, intiharlar artmamış, (Mart ayında 112 kişi intihar etti) kadın cinayetleri duyulmamış, ötekileştiren dille henüz tanışmamıştık…
Mesela mezun olduğumuzda iş kaygımız yoktu, işlerimiz hazırdı, normal sürecin bitiminde görev yerlerimize atanıyorduk. Çalışan terfi alıyor, işinde yükseliyor, maaşıyla evini, çoluk çocuğunu geçindirebiliyor, birikimiyle ev sahibi olabiliyordu…
Bizim dönemimizde ilgili bakan çıkıp; “3.7 milyon abonenin elektrik faturasını zamanında ödemediği için elektriği kesildi!” demiyordu.
Bizim dönemimizde ilgililer çıkıp; “İcra dosyası sayıyı 22 milyon aştı!” açıklamasını yapmıyordu.
Bizim zamanımızda milyonlarca yurttaş peyniri gramla, sıvı yağı bardakla, meyveyi taneyle alıp, eti unutmaz, tavuğa da pek yüz vermezdi. Esnaf lokantasına ürkerek giren müşteri yarım çorba, yarım pide istemez, fırınlar bayat ekmeği daha ucuz satmaz, marketler 19 liralık kaşar peynire alarm takmazdı.
Bizim zamanımızda eczanelerde veresiye defteri açılmamıştı. “Faturalar birikti, kiralar duruyor, evimize ekmek götüremiyoruz, bizi hastalık değil açlık öldürecek” diyenler yoktu.
Bizim dönemimizde çıkar esaslı taktikler değil, sorumluluk esaslı tercihler önemsenirdi.
Bizim dönemimizde yöneticiler çılgın projeleri için “inadına yapacağız!” demez, halkın yararını önceler, kişisel isteklerini ve tercihlerini ötelerlerdi.
Bizim dönemimizde yurtseverlikleri tartışılmaz, hayattaki duruşları sağlam, yıllarını mesleklerine veren, konusunda uzman olan kişi ve kurumlar gerçeklerin altını çizen konuşmalar yapıp, yazılar yazdıklarında suçlanmaz, soruşturmaya uğramazlardı.
Bizim dönemimizde bağıran, çağıran, parmak sallayan, suçlayan, ötekileştiren, ayrıştıran, yüksek tonlu demeç veren, ayar çeken, yaşamları karartan, umutları bitiren, hayalleri yerle bir eden, gerçekleri saklayan, had bildiren yöneticiler olmazdı.
Bizim dönemimizde siyasiler; “Parayı istediğime verir, örtülü ödeneği istediğim gibi kullanır, hesabı kimseye vermem! Siz susun, ağzınızı açmayın, baka kalın, görmeyin, duymayın!” demezlerdi.
Daha ilk soruyu bu kadar uzun yanıtlamışken en son olarak şunu söyledim; Tüm bu sıraladıklarım ve belki unuttuklarım yaşayarak, okuyarak, araştırarak öğrendiklerimin bugün işe yaramayan faydaları ve sonuçlarıdır bana göre! O nedenle geldiğimiz nokta adına, sizler adına, yarınlar adına kaygı ve öfke duymam doğal değil mi?
İtiraf ve bilgi notu: Sadece bir soruyu bu kadar uzatınca, diğer 9 soruyu nasıl yanıtlayıp, derginin sınırlı sayfalarına nasıl sığdıracağımı bilmiyorum! Bildiğim 12’den vuran bu ilk soru beni benden alınca içimi dökmek, dertleşmek ve okurlarımla paylaşmak istedim o kadar...
Gerisini öğrencim ve derginin yazı işleri düşünsün…