Başlığın içeriğini merak ettiyseniz, hemen açıklayayım! Çankaya Belediyesi’ne alınacak 80 zabıta için uzayan kuyrukları görüp, 8 bin başvuru yapıldığını okuyunca, içim buruk olarak bu manzarayı yönetim erbabından gören var mı diye merak ettim!
Başka hiçbir iş kalmamış gibi, her sorun çözülmüş gibi önce Ankara’daki kültür evinden Mustafa Necati’nin adını silerek Atatürk’e hakaret eden Nuri Pakdil’in adını verenlerin, sonra da (Albay Reşat) Çiğiltepe Okulu’nun adını değiştirenlerin, daha sonra da İstanbul’da emekli öğretmenlerin yıllardır kullandığı Kızıltoprak’taki öğretmenevini vakıflara devredenlerin ne yapmaya çalıştıklarını merak ettim.
Daha doğrusu Büyük Atatürk’ün yol ve dava arkadaşlarına, eski bakan ve komutanların aziz hatıralarına yönelik bu kararı verenlerin neyi amaçladığını(!) çok merak ettim!
Sürekli zemin yoklayan, günü ve sırası gelince de eyleme geçen anlayışın; Ankara’da başlattığı isim değiştirme modasına, “nasıl ve kim” sorularına yapacakları açıklamayı merak ettim!
Çağdaş düşünce ve Atatürk ilkeleriyle yoğrulmuş, bilimsel geleneklere bağlı, kesin ve keskin gerçekler karşısında suskun kalmayan, devrim ilkelerine saygılı, ilkesizlerin karşısında yürekli, çalışkanlığıyla, üreticiliğiyle, inandırıcılığıyla, mesleki ve kişisel ahlakıyla örnek olanlara yönelik; AKP mutfağında hazırlanan, sarayda kotarılan menüde daha neler var diye merak ettim!
Şimdi yakın tarihte yaşadığımız ancak uzak tarihe kazınacak sözleri aktarmanın vaktidir.
Aykırı seslerin susturulduğu; girenlerin çıkanların, sessizlerin, suskunların görenlerin, görmezden ve duymazdan gelenlerin, çığlıkların, feryatların, öfkelerin ve havaya haklı kalkan namuslu yumrukların yoğun olduğu günümüzde! Sözcükleri doğru yerde, doğru zamanda kullananların kim olduğu ve kimler olduğu bilinen ülkemizde! Çıplak elle hem dikeni hem de kızgın demiri tutarak tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekenlerin sözlerine bakalım!
Oda TV Haber Müdürü ve Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Barış Terkoğlu diyor ki; “Herkesin, her şeyi bildiği bu hikâyede ben yalnız istikbaldeki ışığı görüyorum. Bu ülke yalnız sınır boylarında duman çıkan bacalarda, çocuk seslerinin duyulduğu okullarda yaşamaz. Bir memleket dikene, ateşe ve demire çıplak elle dokunan aydınlarıyla da yaşar.”
Oda TV Genel Yayın Yönetmeni 36 yaşındaki Barış Pehlivan diyor ki: “Hiç sefa sürmemiş, hep cefa çekmişiz.”
Bir Barış tutuklu, bir Barış özgürken her iki sözün altındaki Barış imzalarına bakıp, ağlarken (yaşıma verin!) umudun ve bu zorlu dönemeçten çıkış yolunun; ateşe, demire çıplak elle dokunan yürekli Barış’ların aydınlık bakışlarında olduğunu bilmenin rahatlığını da duyumsadım…
Fransız yazar ve düşünür Jean Paul Sartre diyor ki; “Entelektüel, kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan isimdir.” Aydın sorumluluğu da denilen bu yargı hakkında gelişmiş batının hükmü ve tavrı bellidir. Ancak ucuz başarıların baş tacı edildiği bazı ülkelere bakınca ortaya çıkan tahlil, teşhis, tespit ve tahmin için söylenecek pek söz yok…
Böyle anlam ve mesaj yüklü bir yazıyı iç karartan örneklerle gölgelemek istemem ama! Sayesinde aydınlanıp, bir baltaya sap olduktan sonra, yaptıklarını ve yapamadıklarını gördüğümüz yeni tip yöneticilere baktığımızda iç karartmayan örnek pek yok…
Önemli not: 2 Temmuz Perşembe yazı günüm olmadığı için; Suçları konuşmak, yazmak, düşünmek, üretmek, paylaşmak olan, suç ortakları ve ortak paydaları “aydınlık” olan 33 aydınımızı diri diri yakıp, aydınlığı yakamadığımız Madımak katliamının 27. yılında, aydın olmanın bedelini yaşamıyla ödeyenlerin anılarına saygıyla, sevgiyle… (utancımı saklı tutarak)