Bir an için; Umutsuz, kızgın, tepkili, memleketten gitmeyi aklına koyanların giderek arttığı bir topluma koşar adım gittiğimizi unutup; iki üniversite mezunu, çift ana dal yapmış, dil bilen, doktoralı gençlerin iş bulamadığı ülkemizde danışmanlara atanan danışmanları anlamaya çalışalım!
Bir süre için; Birbirine giderek benzeyen değil, birbirinin aynısı olan yağmalama merakını hatırlamayıp, konuşmalarına net vurgular yerine çekici tonlamaları ustaca yerleştiren, zemin zaman ayırmadan gereken mesajları verenlere hak vermeğe çalışalım!
Bir müddet; Yanlış politikalar, mesnetsiz- temelsiz karalamalar, sınırsız hırslar, yüksek kibir sonucu yapılan hataları görmezden gelip, yandaşa ihale sevdasıyla, açılan rant musluklarından akan gür suyla, halkın sırtına yüklenen yeni borçlarla daha nereye kadar diye de sormayalım!
Uzunca bir süredir yaptığmız gibi; Toplumda karşılık bulan, dünden bugüne sağlam temelleri olan değerleri yok sayanları hoş görmeye çalışmasak da, aldıkları eğitim adına hor görmeme gayretini gösterelim!
Yine hevesi kırılmasın, suratı asılmasın, bağlılığı bitmesin diye yüksek makamlara taşınan dost, akraba, damat, oğulun arkadaşı, kızın kankası, gelinin komşusu, dünürün mahallelisi kontenjanından yapılan atamalara da neyse diyelim!
Bu arada konu ve sorunları yazar olarak talep ve takip edenlerin başına açılanları da zamanın ruhu gereği doğal ve olağan sayalım!
İVME’den ivediye durmadan pembe tablolar çizerek gülümseyen ve; “Sanayi üretimindeki pozitif trend devam eriyor diyen” damat bakanı da bir kez daha alkışlamayı unutmayalım!
Her halükarda faturanın seçmene kesildiği YSK kararlarını yine ve yeniden yorumlamaya çalışarak; eskiden faili meçhul cinayetler varken, şimdilerde faili meçhul çalıntılar icat edenlerin hakkını teslim edip, kolay yetişmediklerini kabul edelim!
Akademik kadrolar atanırken, eski yol arkadaşlarına ulufe dağıtılırken liyakatin değil sadakatin esas alndığını unutmayalım!
Sanırım bu kadar detay yeterli…
Gelelim! 2023 hedeflerine adım adım yaklaşırken yurttaşın sorunlarının arşa dayanmasına, karada, denizde, havada, devlette, belediyede, vakıfta, sınavda, ihalede, çalıp çırpma modasına, belediyelerin hesapa kitaba sığmayan alacak verecek sorunlarına…
Yine CB’ye göre; “Sağlıkta öyle bir noktaya gelmişiz ki İskandinav ülkeleri, Helga ve George bize tedaviye geliyor” şeklindeki açıklamalarına…
Ülkemizin baştan başa yiyim- yağma alanı, taşının toprağının hem yerli hem yabancılar için altın değerinde oluşuna, çerinin çöpünün, parkının ormanının rant malzemesi yapılmasına…
Tüm bu yazılanlar için okur, bunlar olağan ve sıradan diyebilir. Siz yazmaktan biz okumaktan yorulduk diyebilir. Yazılıp çizilenler gazetelerin 3. sayfasında kendine ancak yer bulabiliyor diyebilir de!
De’si şu ki; Çamlıca Tepesinde yaptırılan camiide sergilenmek üzere Ayasofya, Topkapı, İslam Eserleri Müzesinden tarihi eserler taşınacakmış. İşin uzmanları “taşınmamalı, eserler zarar görür” deseler de emir büyük yerdenmiş.
Ekonomide 70.sırada, uluslarası ilişkilerde 148. sırada, insan hakları ve siyasi haklar sıralamasında 100.sırada kendine yer bulabilen ve tutunabilen ülkemizde; Bu sıralama önümüzde dururken, bedeli neden ödediğimize, nasıl ödediğimize kafa yormak varken; her şeyin en doğrusunu yapmak yerine, “her şeyin en büyüğünü biz yaptık!” diye övünmek niye?
Sözün özüne gelirsek; Uzun iktidar yıllarında üniversite sayısını 3 kat artıran, 76 olan üniversite sayısını 206’ya çıkaran, mezunları iş bulamasa da, gece gündüz bununla övünen bir yönetim, bilimsel yayın sıralamasında bizim 19.sırada, komşumuz İran’ın 16. sırada yer almasından üzüntü duyar mı bir? Temeli çökertilen yapının çatısı sağlam kalır mı iki?