Çevreye ve çevrede olup bitenlere baktığımızda!
Kendi küçük köyünden kasabasından çıkıp bir şey olmayı kafasına koyan, biri olmayı başaranlar vardır. Pazarcılık, satıcılık, işportacılık yaparak, eski eşya toplayarak geçinmeye çalışırken okula gidemeyenler vardır. “Sobasız ısınmak nedir, paltosuz dolaşmak nedir, bir kâse çorbayı özlemek nedir bilir misiniz?” diye soranlar olduğu gibi…
Kocaman hayal dünyası kendi sınırlarına sığmayanlar, emeklerini ve hayallerini gömenler, tutkularını naftalinleyip bavula, raflara- sandıklara, tavan aralarına, yastık altlarına kaldıranlar vardır. Her şeye rağmen çocukluğunun sığınağından kurtulup yüreğine söz geçiremeyenler, direnen ve yetinmeyenler olduğu gibi…
İçinden geçenleri dile getiren, onu can evinden vuran, onu yakalayıp sürükleyen iki dizenin ardına düşüp net, kesin, acımasız ortamlara ölümüne direnenler, sabredenler vardır. Türkülerden, destanlardan, ağıtlardan, şiirlerden, romanlardan, tarihsel olaylardan feyz alan, toprağından- coğrafyasından kopmayanlar olduğu gibi…
Yaşamdan, nesnel gerçeklerden, yaşadıklarından, başkalarının yaşamlarından, gözlemlerinden beslenenler vardır. Duyarlığından kaynaklanan hassasiyetle her türlü olaydan ders çıkaranlar olduğu gibi…
Analık halini, babalık halini, bazı ana babaların hali pür melalini, çocukların hayalini iyi bilenler vardır. Akıllı olmanın, çalışkan olmanın gücünü ve özgürlüğünü kendi kendine deneyimleyenler olduğu gibi…
Yasaydı, töreydi, toplum baskısıydı, mahalle baskısıydı, erkeğin baskısıydı, zulümdü, şiddetti, yoksulluktu, yokluktu, kısmet, kader, nasip alın yazısıydı diye diye bıkıp usanmadan yaşam boyu mücadele eden kadınlar vardır. Tıkanma noktasında sıkıntıları paylaşan, çözüm yolları arayan, iç rahatlatan, anne baba yerini tutan öğretmenler, hocalar, aydınlar, yazarlar, şairler, ozanlar olduğu gibi…
Yerinden, yurdundan, doğup büyüdüğü topraklardan kaçıp gelen, kopup gelen, aşkını, tutkusunu, vefasını, sevgisini yanında getiren, büyüklerin sözlerini kulağına küpe yapıp takan ve hiç unutmayanlar vardır. Ömrünü öğrenmeye ve öğretmeye adayan, aile mirasını taşımayı iyi öğrenenler olduğu gibi…
Konuya ve başa dönersek! Özetle; Öğretmenliği bildiğini aktarmaktan öte bir şey olarak gören, aydın olmayı yaşamın her anına, her yönüne ayna tutmak olarak belleyen, bunun bedelini canıyla ödeyenler vardır. Yazar olmayı bazen okurlarını sarsıp, bazen sözleriyle karanlığın bağrına hançer sokup, onları uyandırma olarak sayan toplum önderleri olduğu gibi…
İşine, mesleğine, estetiğe, güzelliğe, yaratıcılığa duyulan aşk ve tutkunun her kapıyı açtığını, her duvarı yıktığını unutmayan, sesiyle, yorumuyla, sahnesiyle gurur verenlerin açtığı kapıların sınırlar içine hapsedilemeyeceğini iyi bilenler vardır! Sanatın evrensel olduğunu ve tüm duyarlı insanlar için vaha sayıldığını unutmayanlar olduğu gibi…
Yaşadığınız sürece ve yaşadığı halde kalbinizde sonsuzluğa göçenler vardır, yaşam boyu görüştüğünüz, ilişkiyi sürdürdüğünüz kan bağınız olmayan ama yaşamınızda, kişiliğinizde çok büyük, sarsılmaz ve unutulmaz yeri olanlardır vardır. Anılarını hala içinizde canlı tuttuğunuz, saygıda kusur etmediğiniz, sevgiyi esirgemediğiniz dostlarınızdır onlar…
Özetle; Beni ve kuşağımı cumhuriyetin kürsülerinde eğiten eli öpülesi cumhuriyet öğretmenlerinden okuma aşkını, şiir merakını, kitapların önemini öğrenen biri olarak! Birkaç isim vermem gerekirse; Kemal Tahir’den Orhan Veli’ye, Nazım Hikmet’ten Attila İlhan’a, Cemal Süreya’dan Edip Cansever’e, Behçet Necatigil’den Necati Cumalı’ya, Gülten Akın’dan Tomris Uyar’a bizi besleyen, farkındalığımızı artıranlara selam olsun…
Her şeyi Küçümseme Korosu’nun başı çektiği bugünlerde sıraladıklarım da, unuttuklarım da o kadar kıymetli ki anlatamam. Sözünü edemediklerimden özür dileyerek, beni ben yapan, tüm yazarlara, aydınlara, şairlere, ozanlara, kitaplara, hocalarıma, yerli yabancı kültür- sanat ve bilim insanlarına selam olsun…
Çatışma içinde kalanlara yol açan, çıkmazdan kurtulmalarını sağlayan kararlı, inatçı, mücadeleci olan ve sahalardaki yerini bileğinin, emeğinin hakkıyla alarak her gün daha da sağlamlaştıranlar bin yaşasın, sayıları hep artsın, anılarına selam olsun…
Nefesimizi, ruhumuzu, sevinçlerimizi, gülüşlerimizi yarım bırakan olaylar, çıkışlar, kayıplar azalmazken, bu yazıyı Uğur Mumcu’yu anmadan bitirmeye elim varmadı...
Çok aranan, az rastlanan kalemleri susturanlar, mazlumları koruyan ve kollayanları hunharca katledenler, güzel konuşan, etkili yazan, sorunların üstüne giden yürekli yazarları yaşamdan koparıp alanlar ihsanların hafızalarını ve hatıralarını da yıkıyorlar bu çok doğru ve gerçek!
Ancak bir şeyi unutuyorlar! Yakın tarihimizin en çetrefil, en ciddi konularını müthiş bir yetkinlikle araştıran, tüm bu özellikleriyle, boşluğu hiç doldurulmayan, yokluğu gün be gün artan, yazılarıyla, kitaplarıyla her gün biraz daha anlaşılan, aramızda olmasa da yolumuzu, önümüzü aydınlatan Uğur Mumcu ne hafızalardan, ne hatıralardan silindi.
O aradan geçen bunca yıla karşın, bizlere “Şimdi o olsaydı, kim bilir neler yazardı” dedirten, “Hayatta olsaydı bu yolsuzluğun belgelerini çoktan çıkarmıştı” dedirten yazar olma vasfını hala sürdürüyor…