CB diyor ki; “Hayat pahalılığı nedeniyle alım gücümüz bir parça düşmüş olabilir. Dünya kriz içinde çırpınırken biz enerjimizi yatırıma, istihdama, üretime, ihracata yönlendirdik. Avrupa’da, İngiltere’de, ABD’de raflar bomboş. Bizde hamdolsun dopdolu! Ekonomi inşallah düzelecek!”
Tam da bu noktada; Yanlışı yanlışla düzeltmeyi, kendi doğrularında ısrar etmeyi alışkanlık haline getirenlere sormak gerekir! Hem esnaf, hem yurttaş dert küpü iken! Bir zamanlar kendi yağıyla kavrulan halkımız yağı bardakla bile alamazken! Emekli ve emekçi pazardan, bakkaldan, marketten eli boş dönerken! Sebze ve meyvenin yanına yaklaşılmazken! Tezgâhlara bakan çok, alan yokken! Yoksulluk en çok çalışanı vururken! Lokantacılar; “Maliyetler yüzde 300 arttığı için fiyat söylerken utanıyoruz” derken! Esnaf da müşteri de kaybederken! Raflar dolu mideler boşken! Ekonomi inşallah düzelir, biz de şükrederiz!
Halkın yüzde 82’si ekonomi kötü, en büyük derdimiz enflasyon ve yoksulluk diye yakınırken! Gençler alyans bile almakta zorlanıp, piyasada ayarı düşük yarım gram altın dönemi başlamışken! 13 milyon emekli devletten müjde yerine “şükredin” tavsiyesi alırken! Stadyum büyüklüğündeki şaşaalı masalarda iftar açanlar şatafatlı ikramlar karşısında ne yiyeceğini şaşırırken! Siyasiler söz düellosuyla zaman geçirirken! Ekmek kuyruklarına girenler saatlerce sıra beklerken! CB yerden göğe haklı! Raflar dolu olabilir, alım gücümüz biraz düşmüş olabilir…
Kuşkusuz ki örnekler sıralananlarla sınırlı değil! Yoksulluğun tetiklediği bodurluk, gelişim bozukluğu, öğrenim güçlüğü, biten hayaller, artan umutsuzluk, beyin göçü, biten evlilikler, gittikçe karamsarlaşan tablo! Dahası? Dahası çok çok uzun…
İşin ekonomik arka planına bakınca! Örneğin bu kadar haksızlığa gök kubbe bile dayanmaz dedirten örneklerden biri de icatta sınır tanımadığımız askı meselesi! Askıda ekmek, askıda simit, askıda fatura, askıda çay, askıda bilet, askıda kahve, askıda oyuncak vb. Acaba askıya çıkmayan ne kaldı? Yetkin olmadığı halde yetkili olanlar bu konuda ne düşünür, ya da düşünür mü?
İşin perde arkasına bakınca! Yeri mi sırası mı bilmiyorum ama! Eskiden “etik” kavramı tanımlanırken mesleki etik, kurumsal etik, kişisel etik şeklinde sıralanırdı. İnsan sormadan edemiyor! Ülkemizde bu tanım hala geçerli mi? Yoksa yeni, yerli ve milli versiyonlar sabah akşam, gece gündüz, yatsı imsak izlediklerimiz mi?
Soruydu, sorundu, örneklerdi, açıklamalardı derken uzayıp giden yazının sonuna gelmişim ancak diyeceklerimi bitirememişim. “Daha önce yazmıştım ama şunları da söyleyecektim, şunları da yazacaktım!” dememek için, tekrarı göze alıp yazmadan bitirmek istemedim.
Çok şey var insanın aklına gelen ya da aklından hiç çıkmayan ancak okurun sabrının sınırlarını zorlamamak için ve konu uzun olduğu için devamı haftaya kalsın diyerek sözü ABD’li düşünür ve yazar Emerson’a bırakıyorum. Diyor ki; “Günlerin bilmediğini yıllar öğretir!” Eyyy Emerson! Peki, yılların ve olayların öğretemediğini kimden, ne zaman, nasıl öğreneceğiz? Sizce onun yanıtını da yetkin olmadığı halde yetkili olanlar mı vermeli!
Gecikmeli kutlama: Yazı günüm olmadığı için Anneler Günü’nü gecikmeli kutluyor, anne olsun olmasın anne kalbinin cömertliğiyle herkesi saran, kucaklayan, arka çıkan, yüreğini ve sofrasını açan tüm kadınları sağlık dileklerimle selamlıyorum.
Teşekkür notu: Gelen onlarca ileti arasında duygusal tercihimi KAL’dan öğrencim olan, vefasını, dostluğunu hep hissettiren, Ece Kafkaslı’nın yolladığı iletiden yana kullanıyorum. Nefes Terapisti olan Sevgili Ece diyor ki; “Şefkat, merhamet, özen, ilgi, anlayış, sabır, hoşgörü, emek, yaratım, üretim! Anneler Günü kutlu olsun. Melek olmuş tüm annelerimizin ruhu şad olsun.”
Ece, bu anlamlı iletiyle yetinmemiş, altına da şu notu düşmüş! “Neşe Hocam! Bugün bu kelimeler yazıya dökülebiliyorsa sizin sayenizde. Emeğinizin hakkı ödenmez. Sevgi, saygı ve sonsuz bir şükranla!” Vefaysa vefa, ifadeyse ifade, içtenlikse içtenlik! Gel de ağlama! Siz okuya durun ben gözyaşlarımı silmeye gidiyorum…