Fetöcü, darbeci diye yaftalanmadan, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğüne etiketlenmeden, CİMER'e şikayet edilmeden 15 Temmuz hakkında soru sorulabiliyor mu?
Sıradan vatandaşın kafasındaki binlerce aydınlatılmamış karanlık alanın gelip dayandığı soru bu. Ancak sorular sorulmasın, darbe sürecine giden yolun esas sorumluları yargılanmasın, bu işten çıkar sağlayanların darbe girişimindeki rolleri araştırılmasın, bu işin siyasi ayağı soruşturulmasın diye sarf edilen gayretler, okunan selalar, dualar bu kapalı kutunun kilidinin zorlanmasını engellemiyor.
Gülen cemaati ve AKP'nin yıllar süren ortaklığı ve aynı menzile yürüyüşünde yaşadığı ve giderek şiddetlenen çatışma süreci, 15 Temmuz'da ülkeye, vatandaşlara bir darbe girişimi dehşeti yaşatmıştı. Yıllar süren bu iktidar kavgasında meze edilen muhalif kesimler daha ne olup bittiğini anlamadan, sokaklara dökülenler arasındaki cihatçılar, 5 günlük askerleri derdest etmiş, Gezi direnişinde suç unsuru olarak görünen Türk bayrakları ve iktidarın pek de rağbet etmediği Atatürk posterleri her yeri donatmaya başlamıştı.
Yaz sıcağında birer sosyalleşme alanına dönen Demokrasi Mitingleri, şimdi adına Fetö denen Gülen cemaati ile -iktidarın ifadesi ile- iltisaklı olmadığını kanıtlamaya çalışan siyasetçilerle doldu taştı. Vatandaşa elleriyle çorba dağıtanlar mı istersiniz, platformlara çıkıp kahramanlık dizeleri dizenler mi istersiniz. Temmuzun sıcak gecelerinde meydanlarda çekirdek çitleyerek mitingleri izleyen vatandaş coşku ve zafer duygularını tatmin ederken, AKP cenahında bu duygulara panik ve endişe de karışıyordu; zira ufukta görünen tutuklama ve soruşturma furyasında güme gitmemek için çaba sarf etmek gerekiyordu.
AKP-Cemaat kol kola ortak menzile doğru yol alırken muhalefete kurulan kumpaslar AKP iktidarını yıpratmıştı. 15 Temmuz bu kumpas davalarını Gülen Cemaatinin hesabına yazmak için mükemmel fırsattı. Darbe girişiminin hemen ertesinde Balyoz, Ergenekon davalarında yargılanmış ve senelerce içeride yatmış askerler "Ah bu Fetö size ne kumpaslar kurdu" konseptiyle ekranlara çıkarılmaya başladı. Ama tabii canlı yayınlar sürprizlere gebeydi.
Balyoz davasında yargılanarak cezaevinde tutulan Ali Türkşen'in de olduğu Habertürk programda canlı yayınla Demokrasi mitinglerine bağlanılıyordu. Program moderatörü Didem Arslan "Şimdi de Kısıklı'daki mitinge bağlanıyoruz. Platformda da AKP Denizli Milletvekili Cahit Özkan var" deyince Türkşen ve stüdyodaki diğer askerler Cahit Özkan'ın kumpas davalarının avukatlığını nasıl yaptığını pek güzel anlatmışlardı. Hatta Türkşen "Cahit Özkan da araştırılsın" dedi açıkça.
Sonra hatırlar mısınız rahmetli İBB Başkanı Kadir Topbaş alelacele "Hainler Mezarlığı" yapma işine girişti. 15 Temmuz hainlerini gömeceklerdi ama bir şeyler ters gitmiş olmalı ki Diyanet "yapmayalım" dedi. Daha yaralar tazeyken, at izi it izine karışmışken, kimin hain kimin kahraman olduğu bilinemezken, bu toz duman içinden bir de mavi otobüs geçmiş. Önceki akşam duyurusu yapılıp Youtube'a konan belgesel çok ses getirdi. Ben izlemeye cesaret edemedim.
Ülke genelinde (sanki darbeye yol döşenmemiş gibi) 15 Temmuz bir İktidar Destanı haline getirilirken, o gece mavi otobüslere bindirilerek götürülen harp okulu öğrencileri yıllarca adalet beklemek zorunda kaldılar. Bu insanlara pek de bir kamuoyu desteği olamadı. Çünkü Fetö öyle vebalı bir etiketti ki, bundan önceki hiçbir suç etiketine benzemiyordu. Bir grup milletvekili ve sivil toplum kuruluşu, bir kısım muhalif medya ise sormaya sorgulamaya devam etti. Aileler de büyük mücadele verdiler. Sonunda bazıları tahliye edildi ama içeride olanlarla ilgili de tartışmalar bitmeyecek gibi görünüyor. Tıpkı 6 yıldır 15 Temmuz tartışmalarının bitmediği gibi.
15 Temmuz akşam üstü bir arkadaşımla Kireçburnu'nda deniz kenarında oturuyorduk. Arkamızda balık lokantaları vardı, bir hayli de kalabalıktı. Sonra sosyal medyada gördük olanları. Önce anlamadık, bir ara tatbikat olduğunu bilgisi yazıldı. Hatta bir terör operasyonuna gittikleri söylendi. Karşı yakadan, -muhtemelen Kuzey Deniz Saha Komutanlığı yönünden- sürekli botlar kalkıp gidiyordu. Balıkçılarda oturanlar hızlıca yerlerinden kalkmaya başladılar. Biz de kalktık. Eve, ailemin yanına gittim. Whatsapp gruplarında endişe hakimdi. Zira Levent sokaklarında dolaşan bir grup "laikleri keseceğiz" diye bağırıyordu. Bunun benzeri sloganları daha sonraki haftalar boyunca kamyonetlere, minibüslere doluşarak boğazda gezenlerden, Arnavutköy, Bebek, Emirgan hattında duyduk. "İslamın kılıcı boynunuzu vuracak" diye bağırıyorlardı.
O günlerde ülkede olan ya da bu nedenle de gelmiş olan yabancı basın arayıp görüşlerimizi soruyordu. Ülkede darbe girişimi olduğuna inanmıyorlardı. O gece yaşanılanları anlatıyordum, müstehzi gülüyorlardı. "Bu darbe falan değil bence" diyen bile oldu. Oysa o geceyi hepimiz yaşamıştık, niye böyle şüpheli davranıyorlardı, gerçekten anlamak mümkün değildi.
İlk günden hemen hemen tüm ülkelerden Türkiye'ye destek mesajları gelmişti ama ilerleyen zamanlarda dış dünyada bu darbe girişimine bakışlar biraz daha temkinli hale geldi. Türkiye'nin tezleri tam olarak kabul görmüyor gibiydi. Neredeyse yeminle "vallahi de billahi de darbe girişimi oldu" diyecek hale gelindi. Demek ki daha sonra yaşananlar, tutuklamalar, yargılamalar, kaçanlar, işlerinden edilenler, hala yerinde kalanlar şüphe ile karşılanmıştı. Darbeyle ilgisiz kararların alındığı olağanüstü hal ve kararnameler döneminde genel manzarada oturmayan bir şeyler vardı.
Oysa bunca felakete rağmen 15 Temmuz billboard afişleri hazırlanmış, 10 günde köprünün adı değişmekle kalmamış bütün bağlantı yollarına levhalar yapılmış, hastanelerin isimleri değişmiş, 15 Temmuz levhaları çok kısa sürede hazır edilmişti. Demek ki kalabalık bir tabelacı ve matbaacı grubu manzara için 15 Temmuz çalışmıştı.
15 Temmuz 6 yıldır gündemden hiç düşürülmedi. Ama bu sürekli gündemde olma hali 15 Temmuz'u daha muğlaklaştırıyor. Çünkü sorular yanıtsız kalıyor
Mesela darbeyi önceden bilmekle övünen yandaş yazarlar hiç sorgulanmadı. Yazar bile darbeyi bilirken mesela MİT ne yapmıştı? AKP Milletvekili Şamil Tayyar'ın Fetö borsası sözleri; Fetöden tutuklu sıradan vatandaşın ailesi sivil ölüme itilirken, bazılarının kardeşlerinin büyükelçi ya da bakan yapılmaları; Fetö ile iltisaklı olduğu söylenen bazı iş adamlarının arazilerine servetlerine el konurken bazılarının hala ortada dolaşmaları; bu servetlere el konmadaki aile kayırma iddiaları; AKP'nin özgül ağırlık merkezlerinden Bülent Arınç'ın üstü kapalı konuşmaları; o gece dağıtılan silahlar; ve daha neler neler...
Bir de tabii TBMM'de 15 Temmuz hakkında verilen soru önergelerinin pek çoğunun cevapsız kalması ile birlikte 15 Temmuz hakkında bir araştırma komisyonu kurulması önergesinin AKP ve MHP oyları ile reddedilmesi. Üstelik bu darbe girişiminden 3 buçuk yıl önce, TBMM'de kurulan "Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu" raporu yayınlanmış ve içinde önümüzdeki dönem tehdidi olarak tek kelime Gülen Cemaati geçmemişken.
İktidar 15 Temmuz'u konuşmadan, konuşturmadan, "Allah'ın lütfu sayarak dualarla, selalarla yaşatmak istiyor". Bugün yine birçok iktidar kanalında 15 Temmuz yine aynı kırmızı çizgileri içinde konuşulacak. Halk arasında anlatılan tanka fanila tıkamak, alçak uçan uçağa kafa atmak türünden söylencelere bir şey demiyorum, olur bunlar. Ancak bunlarla canlı yayınları tamamlamak isteyecek olan akademisyen gazeteci kabilinden tiplerin bırakın yukarıdaki soruları sorması, "yahu şu 15 Temmuz Şehit Yakınları ile Gaziler Vakfı'na ‘şehit yakınları ve gaziler’ için toplanan 338 milyon lirayı bu pahalılıkta sahiplerine iletelim de azcık nefes alsınlar" bile diyemez.
Şehirlerdeki anma programlarında Kuran-ı Kerim Tilaveti, Sela Okunması, Dua Edilmesi, tekrar tekrar programa konmuş. Her bir acılı ailenin evinde yapılacak ziyaretin programı bu. Ama bir kişi de çıkıp "benim çocuğumu kim öldürdü, buna kim" sebep dese, verilecek samimi ve net bir yanıt yok. İmam giriyor o sırada devreye dualarla...
2012 senesinde Aşkale'de Karasu Barajı'nda elektrik trafosu onarmaya giden 5 vatandaş boğularak hayatını kaybetmişti. Enerji nakil hatları gölün içinde kaldığı ve sık sık bu arıza yaşandığı için başta Enerji Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri gün gibi sorumluydu. Son derece güvenliksiz bir şekilde onarım işinin yapılması burada taşeron firmanın ve dolayısıyla Çalışma Bakanlığının bu konuya müdahalesini gerekli kılıyordu. Ayrıca kurtarma operasyonu son derece kötü yürümüş ve insanlar buz gibi göletin içinde saatlerce bağırıp yardım bekleyerek ölmüştü.
Bu olayın ardından Erzurum'a gitmiş ve son cenazenin çıkarılıp defnedildiği gün aileleri de ziyaret etmiştim. Bu ziyaretlerde AKP'nin ziyaret heyetlerine de rastladık. Kalabalık bir imam grubuyla gelip oturur oturmaz hiç konuşmadan duaya başlıyor, dua bitince kalkıyorlardı. Aileler acı içindeydi, hem sevdiklerinin ölümü hem de ölüm şekli yakıyordu yürekleri. Son gittiğim evde kadınların taziye odasını ziyaret ettiğimde, bir genç kadın "vekilim evlatlarımızın ölümünden sorumlu olanları araştırıp bulacak mısınız" demişti. Ben de bu konuyu elbette TBMM'de gündeme getireceğimi takip edeceğimi söyledim. Dua için gelmiş bir grup kadın "Allah verir, Allah alır" diye kadınları ve beni susturmaya çalışınca itiraz ettim. Yaşanan kısa tartışmada aileler benden yana tavır alınca duacı kadınlar "bunlar doğru konuşuklar değil" diyerek kalkıp gitmişlerdi.
AKP döneminde sebep olunan bütün acılı ortamlarda bunlar yaşanır.
Sorma, sorgulama, dua et...