Tarikat yurdunu, tarikat yurdu yapan şey denetlenemezliğidir. Eğer bugün bağımsız denetçilerce, T.C. Anayasası'nda öngörülen ve pek çok kanunda referans verilen eğitim hakkı kriterleri doğrultusunda bir denetim yapılacak olur ise, ortada bir tarikat yurdu kalmayacaktır. Ya da şöyle ifade edelim:
Yukarıda anılan şekilde bir denetim olduktan sonra, bu eğitim "hizmeti" tarikatçı için bir anlam taşımayacaktır. Bu yurtların doğası, iktidar korumasında kayıt dışılık ve nihayetinde yasadışılıktır. Bu konuyu Antalya'daki feci tarikat yurdu cinayetinin ardından denetimsizlik boyutuyla yeniden gündeme getirmek gereğini duyduğum Aladağ Yurt Yangını Katliamı Davası üzerinden ele alacağım.
Aladağ’ın köylerinden gelen çocukların - mevcut devlet yurdu yıkılarak ve diğer devlet yurdu alternatifi ailelerden saklanarak - valilik ve ilçe milli eğitim elbirliğiyle Süleymancı cemaat yurduna nasıl mecbur edildiğini çok anlattık.
2 Ekim 2010 tarihinden beri faaliyette olan Süleymancı Özel Aladağ Ortaöğretim Kız Öğrenci Yurdu, yanana dek çeşitli defalarda denetlenmişti. Bu denetimlerin bazılarında hiç eksik tespit edilmemiş, bazılarında tespit edilen eksiklikler yurt müdürlüğüne yazılı bildirilmişti.
Maarif Müfettişlerince yapılan 26 Ekim 2015 tarihli denetimde; yangın söndürme tatbikatı yapılmadığı, binanın depreme dayanıklılık raporunun bulunmadığı, bölümlerin yerleşim planına uygun kullanılmadığı, yeterli sayıda hizmetli bulundurulmadığı, belletici öğretmen görevlendirmesinin yapılmadığı, yetki belgeli aşçı bulunmadığı, personel arası iş bölümünün yapılmadığı, internet odası oluşturulmadığı, öğrenci hizmetine sunulmuş ankesörlü telefon bulunmadığı, depolardaki suların periyodik tahlillerinin yaptırılmadığı yönünde birçok eksiklikler tespit edilmişti.
20 gün içinde cevap verilmesi gereken talimata yurt müdürlüğü 6 ay sonra 24 Haziran 2016 tarihinde, yani yurt yangınından 5 ay önce cevap verdi. Cevapta; belletmen görevlendirmesinin iki ay içinde yapılacağı, üç ay içinde depreme dayanıklılık raporu alınacağı, depolardaki su tahlillerinin bir ay içinde yaptırılacağı belirtildi. Fakat yangın söndürme tatbikatı yapılması, hizmetli görevlendirilmesi, bölümlerin yerleşim planına uygun kullanılması, yetki belgeli aşçı istihdam edilmesi, personel arasında iş bölümü yapılması, internet odası oluşturulması, öğrencilere ankesörlü telefon temin edilmesi şeklindeki eksikliklerin giderildiğine dair herhangi bir açıklama yapılmadı.
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından 17 Aralık 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihlerinde yapılan denetimlerde ise “yangına karşı gerekli tedbirlerin alındığı” rapor edildi.
Binanın kaçak yapılmış olması nedeni ile imar mevzuatı açısından gerekli denetimler yapılmamış; binanın yurt olarak kullanılmasından kaynaklanan denetimler gereği gibi yapılmamış; yangın merdivenlerine çıkış kapıları mevzuat hükümlerine aykırı olmasına rağmen bina yurt olarak kullanılmaya devam edilmişti. Çocuklarının nasıl ortamlarda kaldığını görmek isteyen babalara (erkek oldukları için) müsaade edilmiyordu. Yurt yönetimi hastalanan çocukların tedavisi ile ilgilenmiyordu, çocuklar kendi hallerine bırakılıyordu.
Sosyal Haklar Derneği olarak görüştüğümüz velilerin aktardığına göre, okula yapılan et bağışları çocuklara ulaşmıyor, yurt yönetimince mangal ortamında "değerlendiriliyordu". Yetersiz beslenen çocukların akşamları markete gidip kendilerine yiyecek aldıklarını gören yurt çalışanları, yangın merdivenine açılanlar da dahil olmak üzere, kapıları kilitlemeye başlamışlardı.
Görüşülen çocuklar kendilerine temizlik ve bulaşık gibi işlerin yaptırıldığını, bulaşık yıkarken kendilerini elektrik çarptığını, bu durumu yurt yönetimine bildirmelerine rağmen önlem alınmadığını söylediler. Her gün uzun saatler boyunca ağır bir din eğitiminden geçirilen çocuklara belletmenler tarafından "kız çocuklarının okuması günah zaten, Kur’an hocası ol" deniyordu. Yangın akşamı yurtta toplanmış ne yaptığı anlaşılmayan çok sayıda kadın belletmen ya da gönüllü mahkemeye hiç gelmedi, avukatlar ifadelerine başvuramadı.
Dini bilgileri dışında (bu da tartışılır) hiçbir vasıfları olmayan belletmenler yurtta kaçak bir şekilde kalıyordu. Din eğitimi için sabah çok erken saatlerde kaldırılan çocuklar bitap düşüyor, okula gittiklerinde sıralarda uyukluyordu. Okuldaki öğretmenler çocukların derslere konsantre olamadığını sıralarda uyukladığını velilere söylüyorlardı. Bir veli okul müdürüyle konuşması Meclis Araştırma tutanaklarına şöyle yansıdı:
FATMA ZEHRA ALTUN’UN BABASI AHMET ALTUN – Ben müdürün yanına vardım, öğretmenler de vardı. “Böyle böyle Müdürüm, bu çocuk ağlıyor ‘Etütlere çalışamıyorum.’ diye. Bu dinî ders olmasa, bu çocuklar, 8’nci sınıflar burada etüdünü yapsa olur mu?” dedim, “Olmaz, dinî dersini görecek.” dedi Mücahit Aydın, Müdür. “Hocam, bu çocuk ağlıyor. ‘Merkezde etüde çalışıyorlar, biz çalışamıyoruz, yorgun düşüyoruz.’ Bak, bu şekil ağlıyor çocuk ‘Etüde çalışamıyoruz. Sınava hazırlanamıyorum.’ diye.” dedim. “Buranın ekmeğini yiyor.” dedi (Kışlak Köyü toplantısı notları sayfa 9)
Antalya'da son yaşanan ve baş kesme cinayeti ile gündeme gelen İlim ve Kültür Derneği'ne ait olduğu belirtilen yurdun da kaçak olduğu Halk TV muhabiri Hazar Kurt tarafından bildirildi. Mahallelinin, yurt binasına dair "Biz burayı aile apartmanı sanıyorduk" dediği apartmanda bulunan 5 daire kiralanarak bir yurt oluşturulmuştu.
Sözcü gazetesinin 2019 Ağustos tarihli haberinde Türkiye genelinde 4.332 yasal yurda karşı 5.000 kadar da kaçak yurt bulunuyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı sözde bu yurtlarla mücadele ediyor. Eğer Google'a kaçak yurt yazarsanız çok sayıda da haber çıkıyor. Bugün kağıt üzerinde kaçak olmayan ancak sıklıkla çocuk taciz ve tecavüzleri ile anılan, bu uygulamalarını muhafazakar söylemlerle, iktidarın da desteği ile suçtan kabahate çevirme gayretine girişen pek çok yurdu da denetimsiz kategorisine alabiliriz.
Aslında bugünkü yazının başlığı bu olacak ve Türkiye'nin nasıl Çin'in "iğvasına geldiği", Andre Malraux'ya atfen karşılıklı mektuplaşmalarla anlatılacaktı. Fransız yazar ve siyasetçi Malraux 20. yüzyılın başında hayatının büyük bölümünü uzak doğuda geçirir. Batı'nın "hayattan sadece parçaları alan aklı" ile, Doğu'nun "hayatı bütünlüğü içerisinde kavraması" üzerine yaptığı tahlilleri, Batı'yı gezmiş bir Çinli ile, Doğu'yu gezmiş bir Fransız'ın mektupları üzerinden anlatır. Batı'nın İğvası adlı kitabında dönemin manzarasını bir tablo gibi çizerken, "Doğu'nun denge ya da farklı kavrayışları, Batı'nın baştan çıkarıcı etkisiyle değişebilir mi" sorusunu sorar.
100. yılına yaklaşan bu kitap (1926) içindeki mektuplar bugün yazılsa, Çinli gezginin ifadesiyle "Avrupa'nın icat ettiği şeytanın", Çin'den doğru dünyayı iğvası anlatılırdı. En çok da bu denetimsizliğe tapınanları...
Bugün bu yazıyı yazarken Anadolu Ajansı'nın 14 Mayıs 2014 tarihli bir haberine rastladım. Tarihin en büyük maden kazasının 1942'de Çin'de olduğu ve 1.549 kişinin öldüğü yazıyordu. 301 madenciyi kasıtlı ve bilinçli denetimsizlik hattında yitirdiğimiz günün ertesinde bu haberi vermek, tam da Çin iğvasına gelmiş siyasi iktidarın resmi ajansına uygun. Wikipedia kaynaklarına göre, Çin'de 1942'de tek kazada 1.549 kişi, 1950'lerde 174 kişi, 1960'larda 684, 1990'larda 148 kişi. Yani 60 yılda 2.555 kişi ölmüş. Ama 2000'lerle birlikte her yıl binlerce kişi ölmeye başlamış. 2000'lerin ilk 10 yılında yaklaşık 40.000 kişinin öldüğü raporlanmış.
Çünkü artık "Adam Smith Pekin'de" imiş. Bu ifadeyi de Giovanni Arighi'nin kitap başlığından aldım; Giriş bölümünde 1960'larda yazılan bir kaynaktan alıntıyı yazmıştı: "Hiçbir konu Batı'ya karşı isyan olgusundan daha önemli değildi."
Türkiye uzun süredir Çin'in iğvasında. Ancak bu ölümüne madencilik ilk kez MGK Onaylı Devlet Politikası olarak sunuldu.
Çin'de kapitalizme geçiş için işgücü piyasasının inşası bir takım yasal düzenlemelerle oldu. Akademisyen Dr. Kerem Gökten'in “Demir pirinç kâsesinin parçalanması" diye tanımladığı Kapitalizm İçin Çalışmak adlı raporunda Çin Çalışma Bakanlığı'nın yeni iş yasası ile bireysel iş sözleşmelerini özendirerek toplu iş sözleşmelerini geri plana iten uygulamalara imza attığını belirtiyor. Yani daha denetimsiz bir iş gücü piyasası, Çin iğvasındaki Türkiye için daha çok iş cinayeti. Üstelik de düşük TL ile kapıları sonuna kadar küresel sermayeye açılmış bir ülkede çorba kazanının devrilmesi demek. Demir pirinç kasesi de, Çin'de düzenli gelir sağlayan garantili işi temsil ediyormuş.
Adapazarı Hendek'te havai fişek fabrikasındaki patlamadan bir acı gerçeği öğrendik. Fabrika bünyesinde, başında Çinli bir ustanın olduğu Çin Mahallesi diye adlandırılan bir bölüm vardı ve tamamen denetim dışı idi. Çin Mahallesi'nde neler oluyordu. Bir bilsek, koca bir Çin mahallesine döndürülmeye çalışılan ülkemizin kaderini de bilirdik. Hafta sonu gerçekleştirdiğimiz Sosyal Cinayetler Forumu'nda evladını kaybeden baba "Barut yapılıyordu barut" diye isyan ediyordu.
9. Yüzyılda barutu icat etmiş bu dev ülkenin, dünya sera gazı salınımındaki geçilemeyen rekortmenliğine yine Çin'in MÖ. 600'lerinden bir düşünür Laozi'ye atfedilen bir söz ile seslenelim: "Evren kutsaldır, onu değiştirmeye çalışırsan bozabilirsin, sahip olmaya çalışırsan kaybedersin."